Eylül ayının gündeminin sıcak geçeceğini biliyorduk.
Parti siyasetinin konuları bir yana üç başlık (İdlib, Güvenli Bölge ve mülteciler) ile Suriye, iç-dış politikamızın değişmeyen tartışma maddeleri arasında. Ancak Başkan Erdoğan, son günlerdeki "çıkışları" ile gündemi daha da hareketlendiriyor.
Bir yanıyla BM Genel Kurul'unda yapacağı konuşmanın söylem zeminini hazırlıyor.
İlgili ülkelerin liderlerine mesaj veriyor. Diğer yanıyla da parti siyasetindeki yeni hamlelerini netleştiriyor. Üç konu öne çıkıyor. Bunların ikisi eski (yeni oluşumlar ve güvenli bölge-mülteciler), birisi de (nükleer füzeler) yeni.
***
Erdoğan, bir süredir
Ahmet Davutoğlu ve Abdullah Gül-Ali Babacan etrafındaki yeni oluşum çabalarına yönelik uyarılarda bulunuyor.
"Trenden inenlerin," "ümmeti bölenlerin," fitne çıkaranların" ve en son da
"proje olanların" "hüsrana uğrayacağı" tabirlerini kullandı. Bu yaklaşım Erdoğan'ın parti seçmeni üzerinde hesap yapan eski AK Partili siyasetçiler ile
"açık ve sert bir hesaplaşmaya" girdiğini gösteriyor. Siyasetin doğası serttir. Görüşler ve hedefler farklılaşmışsa, hele hele, aktörler harekete geçmişse
"centilmenlik" ya da
"kardeşlik hukuku" vurguları bir arada kalmayı sağlamaz.
Bu nedenle siyasi kariyerlerini Erdoğan'ın liderliğine ve
AK Parti'nin başarısına borçlu olanların Erdoğan'ın çizgisinden ayrılmasının suhuletle karşılanmasını beklemek realist değil.
Bu hesaplaşmanın söylem olarak
"sert geçeceği" net ancak içeriğin ne olacağını aktörlerin taktikleri ve kişisel duyguları belirleyecek. Erdoğan bu zamana kadar meseleyi dava ve parti siyaseti bağlamında ele aldı. Kırgınlığını söylese de kişisel ve duygusal hesaplaşma düzlemine girmedi. Davutoğlu ve arkadaşlarına ihraç istemi ise AK Parti teşkilatının
"yeni bir parti hamlesi" için platform olarak kullanılmasına engel olma amacında. Yani faydalı
"siyasi çıkış" taktiğine karşı zararı önleyici bir taktik.
Erdoğan Batılı ülkelerin güvenli bölge ve mülteciler konularındaki samimiyetsizliğinden rahatsız. Türkiye'nin üstlendiği yükün daha doğru dürüst paylaşılması için bir gayret içerisinde. ABD'ye mesajı net:
"Eylül'ün son haftasına kadar Fırat'ın doğusundaki güvenli bölge oluşumunu kendi istediğimiz şekilde fiilen başlatmak zorundayız...
Hedefimiz ülkemizdeki Suriyeli kardeşlerimizden en az bir milyonunu bu güvenli bölgede iskân etmektir." AB'ye de
"Güvenli Bölge olmazsa kapıları açmak zorunda kalırız" uyarısında bulunuyor.
ABD ve AB'den İdlib konusunda Türkiye'ye aktif destek vermelerini bekliyor. Oradan gelecek mültecilerin yolunun Avrupa olacağını da açık yüreklilikle hatırlatıyor. Avrupalı siyasetçilerin Türkiye'nin mülteci yükünü paylaşmak için yeni bir inisiyatif oluşturmaları lazım.
***
Sivas Kongresi'nin 100. yıldönümünde yaptığı
"Birilerinin elinde, hatta birden fazla olmak üzere, nükleer başlıklı füzeler var.
Ama benim elimde olmasın, ben bunu kabul etmiyorum.
Şu anda dünyada gelişmiş ülkeler içinde neredeyse nükleer başlıklı füzesi olmayan ülke yok" çıkışı ile Erdoğan, yepyeni bir
tartışma başlattı. Erdoğan'ın
İsrail'in sahip olduğu nükleer
askeri kapasiteyi bölgede
"bir korkutma ve kışkırtma aracı" olarak kullanmasını
eleştirdiği biliniyordu.
Daha önce de nükleer silaha sahip olan ve olmayan ülkeler arasındaki eşitsizliğe işaret etmişti. Ancak Türkiye'nin de savunmasını geliştirmek için
"nükleer başlıklı füze" edinmesi gerektiğini söylemesi yeni bir adım. Bu söylemin iki amacı olabilir. Ya, Türkiye'nin askeri güç projeksiyonunu yükseltecek bir milli tartışma başlatmak.
Ya da,
"adaletsiz dünya düzenine" getirdiği
"Dünya beşten büyüktür" eleştirisini
yeni bir argümanla beslemek.
Erdoğan'ın
"nükleer" çıkışının Sivas'ta ve BM Genel Kurul'u öncesinde olması
"sembolik" açıdan da anlamlı.