Dış politika, seçimlerin vazgeçilmez sermayesi durumunda. En son buna başvuran İsrail Başbakanı Netanyahu oldu. Nisan'da erken seçime giden Netanyahu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakarette bulunarak polemik başlattı. Ankara, İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa'nın kutsallığını ihlal etmesini ve geçtiğimiz Salı Netanyahu'nun "İsrail sadece Yahudilerin ulus devletidir" demesini eleştirmişti. Netanyahu ise bu eleştirilere "Türkiye'nin diktatörü Erdoğan, İsrail demokrasisine laf uzatıyor" hakaretiyle cevap verdi. Hak ettiği karşılığı da aldı. Erdoğan, Netanyahu'ya "7 yaşındaki Filistinli yavruları katleden zalim" olduğunu hatırlattı.
Bu üst düzey perdeden polemikle Netanyahu, kendini içeride konsolide etmeye çalışıyor. Ve bunun için de çok bildik bir sermayeye başvuruyor: "Erdoğan karşıtlığı." 10 yıldır başbakanlık yapan bir siyasetçi olarak Netanyahu'nun üç yolsuzluk dosyası ile başı dertte.
***
Ve bu seçimde karşısında ciddi bir rakip var: eski genel kurmay başkanı B. Gantz. Kariyerini hapiste tamamlamak istemeyen Netanyahu, popülist siyasetine Erdoğan'la polemiği de ekledi.Netanyahu, son on yılda İsrail siyasetini popülist çizgiye çeken bir performans gösterdi.
Aluf Benn'in işaret ettiği gibi, 2015'ten itibaren muhafazakarları ve dinci Siyonistleri etrafında toplayan ideolojik bir koalisyon topladı. Barış için 1967 Savaşından sonra işgal edilen yerlerin bir kısmından çekilmek isteyen eski eliti tasfiye etti. Sağcı ve Siyonist bir dış politika takip etti.
Gazze ablukasını, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan işgallerini dünyaya haklılaştırma peşinde koştu. Bunun için de kendisi için "düşmanlara karşı savaşan kahraman" profilini üretti. Bu düşmanlar bazen Obama bazen İran, bazen de Erdoğan oldu. Netanyahu, yayılmacı bir dış politika için uygun bir bölgesel konjonktür yakaladı. Önce Arap isyanlarının Ortadoğu'ya getirdiği kaostan istifade ederek Arap liderlerin birbirini çökertmesini keyifle izledi. Halkların demokratik taleplerinden korkan
Suudi Arabistan ve BAE'nin Mısır'da darbe yapmasını el altından destekledi.
Irak ve Suriye'nin başarısız devlete dönüşmesi İsrail'in iki eski düşmanını zayıflattı. Tel aviv, Kuzey Irak'taki Barzani referandumunu açıktan destekledi. Bölgedeki İran-Körfez kutuplaşmasına da her türlü katkıyı verdi. Özellikle Obama'dan sonra Trump'ın ABD başkanı olmasıyla Netanyahu, çok rahat bir ortama kavuştu.
Washington'ın
Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması ve
"Asrın Antlaşması" dayatması hep Netanyahu'nun elini güçlendirdi. Körfez'in iki veliahtının hırsını kullanan Netanyahu, İran'a karşı Arapları (Mısır, Sudu ve BAE gibi) yanına alan bir noktaya ulaştı. Filistin ve Kudüs meselesinde otoriter Arap liderler içine düştüğü bu zafiyet Ortadoğu'da yepyeni bir meşruiyet krizinin tohumlarını atıyor.
***
Şimdilerde İsrail basını açıkça Golan'ı ilhaktan bahsediyor. ABD'den de İsrail'in Golan'ı ilhakına yeşil ışık yakan işaretler geliyor. Senatör Graham, bunun için çalışacağını söylüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı raporunda "işgal" kelimesini bırakarak,
Golan'ı, İsrail "kontrolündeki bölge" olarak tanımlıyor.
Bu gidişata karşı çıkarak uluslararası kamuoyu oluşturabilecek tek ülke, Türkiye...
Tek lider de Erdoğan... Geçen yıl Mayıs ayındaki Kudüs krizinde bu görüldü. İşte, Netanyahu, Erdoğan'ı hedef alarak iç siyasetine oynuyor. Ancak İsrail'in "ayrımcılığını" ve "işgalciliğini" dünyaya haykıran tek liderin Erdoğan olduğunu da bir kere daha gözler önüne seriyor.