Dikkatler yerel seçimlerdeki ittifak görüşmelerine ve partilerin adaylarına odaklandı. Cumhur İttifakı'nın işbirliği kararıyla AK Parti ve MHP rahatladı. AK Parti üç büyükşehirde adayları daha büyük bir güvenle belirleyebilecek. MHP de İYİ Parti'nin seçmen rekabetini ve ideolojik saldırısını daha kolaylıkla savuşturabilecek. Eski "Millet İttifakı" bileşenlerini ise daha zorlu bir süreç bekliyor. CHP hem İYİ Parti ve Saadet hem de HDP ile aynı anda işbirliği üretemezse seçimlere baştan zayıf girecek. Kılıçdaroğlu'nun görüşmeleri Erdoğan ve Bahçeli'nin yoğun propaganda bombardımanına uğrayacak. Nitekim "terör örgütü ile bir araya gelinerek ittifak mı kurulur" ve "zillet ittifakı" söylemi başladı bile. Anlaşılan bu yerel seçimler de 16 Nisan referandumu ve 24 Haziran seçimlerinin devamı olan bir atmosferde gerçekleşecek.
Biz seçim gündemiyle uğraşırken dış politika alanında önemli gelişmeler yaşanıyor. Brexit, Rusya-Ukrayna gerginliği ve Fırat'ın doğusunda yaşananları gözden kaçırmamalıyız. Bugün Brexit etrafındaki Türkiye tartışmasına ve Azak Denizi'ndeki Kerç Boğazı civarındaki gerginliğe değinelim. Britanya nihayet AB ile Brexit anlaşmasına vardı. AB liderlerinin onayladığı anlaşma 25 Aralık'a kadar Britanya Parlamentosu'na getirilecek. 2 yıldır süren "sancılı" Brexit sürecinin sıkıntıları henüz sona ermiş değil. Anlaşmanın içeriği Britanya'da ciddi bir tartışma doğurdu. En yumuşak eleştiri eski başbakanlardan Tony Blair'den "gereksiz" (pointless) ifadesiyle geldi. Ekonomik kaygılarla üretilen formülün Britanya'yı AB'nin uydusu haline getirdiği ileri sürülüyor. Bu yaklaşımın sahibi Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt. Hunt, bu olumsuz durumu "Türkiye tuzağı" benzetmesiyle anlatmış. Yani üye olmadan Brüksel'e bağ(ım)lı kalmak... İlginçtir, Brexit referandumuna giderken de Türkiye gündem olmuştu. "Türkler Avrupa'ya, Britanya'ya göçecek" korkusu Brexit kararı için popülist şekilde kullanılmıştı.
Birlikten çıkışın anlaşmasının da Türkiye'nin AB ile ilişkisiyle kıyaslanarak anlatılması da sürpriz olmadı. Bundan sonra da benzer karşılaştırmaları yapmaya devam edeceğiz. Ancak Hunt'un AB'nin Türkiye'ye yaklaşımını "tuzak" olarak nitelemesi geçiştirilmemeli. Sadece Britanya adına dertlenmiyor. Aynı zamanda Avrupalı liderlerin Ankara'ya ilişkin gerçek iç dünyasını yansıtıyor. Avrupa başkentleri Türkiye'nin Brüksel'den tümüyle kopmasını istemiyor. Üye olarak almayı ise hiç arzu etmiyorlar. 1 milyon Suriyeli göçmenin gelişiyle bile "krize" giren demokrasilerini elde tutamayacaklarını düşünüyorlar. Aşırı sağa ve popülizme kayan Avrupa halklarını ikna edebilecek bir liderlik profili de görünmüyor. Amaçları üye olmadan "stratejik ortaklık" adı altında Türkiye'yi AB etrafında tutmak. Fransız Cumhurbaşkanı Macron sıklıkla bu argümanı seslendiriyor. Hatta Rusya'yı da Avrupa'nın stratejik ortakları arasında sayıyor.
Avrupalı liderler hem Rusya hem de Türkiye ile ilgili bu niyetin mevcut yaklaşımlarıyla gerçekleştirilemeyeceğini er ya da geç görecekler. Bu yönüyle Avrupa'nın geleceği meydan okumalarla dolu... Hem ülkelerin içe kapanan "demokrasilerinin krizi" anlamında... Hem de Transatlantik İttifak'ın zayıfladığı "stratejik dengeler" anlamında... Sadece son iki gündür Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan gerginlik bile bunu gösteriyor. NATO'nun geleceğinin ve Avrupa ordusunun konuşulduğu bir ortamda yeniden alevlenen bu gerginlik Brüksel'i köklü tercihlere zorluyor. Ne NATO/ABD korumasını devam ettirebilmek ne de Rusya ve Türkiye gibi iddialı aktörleri dengeleyebilmek kolay görünüyor. Hatta kendini toparlayan Britanya bile orta vadede stratejik hesaplaşmalar bağlamında kolay bir lokma olmayacak. Kıtanın iki ucundaki Britanya ve Türkiye ile ortak menfaatlere dayalı formüller geliştirmedikçe Brüksel istikrarlı ve güvenli bir Avrupa'ya ulaşamaz. Meselenin nirengi noktası Türkiye ya da Britanya'ya kurulan "tuzakta" değil. Avrupa'nın kendi elleriyle geleceğine kurduğu "tuzakta."