Başkan Trump ve yardımcısı Pence, Pastör Brunson konusunu seçim malzemesi olarak kullanmakta kararlı görünüyor.
Önce Pence "kararlılığımızı test etmeyin" cümlesini kurdu.
Sonra Hazine Bakanı Mnuchin, Brunson'ın serbest bırakılmaması halinde yeni yaptırımlardan söz etti.
Daha sonra ise Trump, kabine toplantısında Türkiye'ye yaptırımların genişletilmesi sinyalini verdi.
Böylece Washington-Ankara hattında Brunson gerilimini çözmek için bir yol haritası oluşturulmasına rağmen Trump, polemiğin tonunu yükseltiyor.
Türkiye'nin "iyi bir dost olmadığının anlaşıldığını" söylüyor ve ekliyor:
"Türkiye uzun yıllar ABD'den yararlandı. Şimdi, ülkemizi büyük bir vatansever olarak temsil eden ve muhteşem biri olan rahibi tutuklu tutuyorlar. Masum bir adamın serbest bırakılması için hiçbir şey ödemeyeceğiz, Türkiye ile ilişkilerimizi azaltıyoruz."
Beyaz Saray Sözcüsü Sanders de başkanının narsist yaklaşımını sergilemekten geri durmuyor:
"Türkiye'nin ek ithalat vergileri üzücü. Yanlış yönde atılmış bir adım. Bizimki ulusal güvenlik nedeniyle yapılmış bir şey, onların vergileri ise misilleme."
***
Trump Yönetiminin ilave vergileri
"ulusal güvenlik" ile haklılaştırma çabası dikkat çekiyor.
Washington'ın vergiyi "Ticaret Genişleme Yasası'nın ulusal güvenlik ihlalinden bahseden 232 sayılı maddesine" dayandırmasının sebebi Dünya Ticaret Örgütü nezdinde elini güçlendirmek.
Ancak gümrük vergilerini ve yaptırımları hasım ve müttefik ayrımı yapmaksızın kendi dışındaki dünyaya yaygınlaştırması yepyeni bir olgu yaratıyor.
O da,
ABD'nin tüm
"ABD dışı dünyaya" karşı verdiği
"ticaret savaşı."
Örneğin, ekonomist J. Kirkegaard mevcut durumu, "ABD'nin dünyanın geri kalanına karşı yürüttüğü küresel bir savaş" hali olarak resmediyor.
Neden adını "ABD'nin dünyaya karşı ticaret savaşı" olarak koyuyoruz?
Zira ABD, müttefiklerinin bile tüm itirazlara rağmen bilerek ve isteyerek ticareti güvenlikleştiriyor.
***
Trump'ın ekonomik bencillik politikası sadece ABD'yi nobran ve yalnız bir süper güç konumuna düşürmüyor.
Aynı zamanda dünyanın önde gelen ekonomilerini bir araya gelerek dayanışma içine girmeye itiyor.
Doları ve gümrükleri silah olarak kullanan ABD'ye karşı ortak bir ticari savunma hattı oluşturmaya zorluyor.
ABD'nin siyasi-askeri gücünü tek taraflı olarak kullandığı çok örnek var.
Ancak bunlardan bazı ülkeler olumlu bazıları ise olumsuz etkileniyordu.
Şimdiki
"ticaret savaşı" döneminde ise ABD dışındaki
ülkelerin hepsi kaybeden tarafında.
Bu sebeple
Kanada, Meksika ve AB gibi müttefikler de saldırı altında.
Trump ticareti ulusal güvenlik meselesi haline getirerek aslında ABD dışı dünyayı, ABD'ye karşı misilleme uygulamaya mecbur ediyor.
Bu mecburiyet ticaretle sınırlı kalamaz.
Bugün Türkiye'nin
Rusya ile yakınlaşmasını sorun eden Washington yarın Transatlantik ittifakın farklılaşan tercihleriyle yüzleşebilir.
***
Nitekim, Türkiye'ye yönelik yaptırım konusunda Rusya,
Çin, Almanya ve Fransa'dan gelen desteğin tek sebebi Ankara'nın krize girmesinin onları da olumsuz yönde etkileyecek olması değil.
Daha ziyade, Trump'ın bir ülkeden diğerine atladığı bu yaptırım furyasının sonu belirsiz bir kaos oluşturmaya aday olması.
Bütün başkentler bu gidişattan endişeli.
Milli paraya geçiş arayışları uluslararası piyasalardaki dolar hakimiyetinin oluşturduğu tehdidi karşılamaya yönelik ilk çaba.
Erdoğan'ın seslendirdiği
"yeni müttefikler arama" seçeneği de bir diğeri.
Yani mesele bazı ABD gazetelerinin tekrarlamaktan hoşlandığı Türkiye'nin "Batı'dan kopması" ya da "
NATO'dan ayrılması" değil.
Aksine ABD'nin Türkiye'ye olan asimetrik tavrı, Ankara- Brüksel arasında yakınlaşma üretiyor.
Gerilimde dip noktayı gören Türkiye-AB ilişkileri, bahsettiğim büyük stratejik dönüşüm arifesinde yeni bir evreye girebilir.
Türkiye'nin Avrupa ile entegrasyonunu yeniden canlandırmak için vize serbestisi ve gümrük birliğinin güncellenmesi ile başlanabilir.
Merkel ve Macron'a da bu noktada tarihi bir rol düşüyor.
Ticareti güvenlikleştiren
"Trump etkisinin" dünyayı belirsizliğe taşımaması için risk alma zamanı.