Seçim yaklaştıkça gözler anketlere ve adayların güç analizlerine yöneliyor.
Genel kanaat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ilk turda rahatlıkla seçileceği yönünde. Ancak bu süreçte bazı yorumcuların muhalefet cenahındaki hareketliliği iktidar aleyhine olacak şekilde değerlendirmesine şaşıyorum. Sözgelimi, AK Parti'nin "yorgun, heyecansız ve savunmada" olduğu söylemleri somut analizlere dayanmıyor.
Muhalefete destekten öte anlamları yok.
Hele hele, CHP'li 15 vekilin İP'e gidiş gelişini, millet ittifakının kurulma sürecini ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmalarında kendi döneminin muhasebesini yapmasını "gündemi muhalefete kaybetmek," "savunmada olmak" şeklinde ele almaları da tümüyle yanlı. Halbuki muhalefet geriden geliyor ve sürekli kendini iktidarın hamlelerine göre ayarlıyor.
Hatırlayalım, AK Parti ve MHP, erken seçimden önce Cumhur İttifakı'nı kurarak muhalefet karşısında yapısal avantaj kazanmıştı.
Seçim tarihini 24 Haziran olarak belirleyip ikinci bir avantaj elde etti. Muhalefet ise önce çatı aday aradı, sonra her parti kendi adayı ile sahne aldı. Millet ittifakı da bir mecburiyetin gereğiydi. Nitekim CHP, çok istese de, HDP'nin "marjinal" algısını değiştiremedi ve ittifaka katamadı. İnce ve Karamollaoğlu'nun "Demirtaş'ın salıverilmesi" çağrıları HDP seçmenine gönderilen selamdan fazlası değil.
Erdoğan'ın seçim manifestosunda "daha fazla refah, daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve adalet" yönündeki vurgularının "savunma" olduğunu sananlar yanılıyor. Neticede AK Parti, 2001'deki kuruluşundan bu yana siyasetten popülizmi çıkaran ve seçmene makul vaatlerde bulunan bir aktör. Ve 16 yıllık bir iktidar, sadece yaptıklarını ve yapacaklarını anlatmakla yetinemez. Daha güçlü bir performansı neden veremediğini de seçmene açıklamak durumunda. Muhasebe, Erdoğan tarzı siyasetin vazgeçilmez, sahici bir unsuru.
Bu, seçmenin neden 11 kez sandıkta Erdoğan'a güvendiğinin de açıklaması.
Erdoğan siyasetinin dört üstünlüğü
Erdoğan siyasetinin başarısının arkasında dört temel üstünlük bulunuyor:
1- Sürekli bir yenilik ve reform arayışı...
Uzun süre iktidarda olmasına rağmen sorunları çözmek için yeni bir sistem önerisiyle gelen yine Erdoğan oldu. Parti ve aday siyasetinin parametrelerini hep O değiştiriyor, hatta yükseltiyor ama daha fazla çalışmaktan asla geri durmuyor. Yüzde 50 artı 1 çıtasını getirdi ve 16 Nisan referandumundan bu yana mitinglerde hız kesmedi.
2- Siyasi öngörülerini, tespitlerini inançla savunmak... Erdoğan, 2013'ten itibaren Türkiye'nin "dış merkezli saldırı" altında olduğunu ısrarla vurguladı. Küresel ve bölgesel türbülansın ancak yerli-milli direnişle aşılabileceğini milletine anlattı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra "saldırı altında olma" bilinci siyasetin merkezine yerleşti.
3- Daima iddialı politika ve sentezlere yönelmek... Erdoğan'ın seçim manifestosunda "güvenlik, refah ve özgürlük" arasında kurduğu "sentez" en son örnek.
Hem ülkenin bekasını korumak hem de demokrasiyi pekiştirmek birlikte ele alınıyor.
Erdoğan'ın birkaç yıldır "beka meselesine" yaptığı vurgu duygusal şekilde şişirilmiş bir algıyla alakalı değil. Kriz içindeki bölgemizde ABD'nin hatalı politikalarının ürettiği somut tehditlerle ilgili.
4- Duygulara seslenirken bile siyaseti reel zeminde yürütmek... Hitabet üstünlüğüne rağmen ekonomik büyümeyi ve güvenliği temin etmeyi en büyük önceliği olarak gördü. Dış politikayı milli menfaate dayalı ve çok boyutlu götürmesi de bundan.
Muhalefet bu dört üstünlüğü aşan bir siyaset üretemedikçe gündem Erdoğan'ın elinde olacak vesselam.