ABD Dışişleri Bakanı Tillerson, Suudi Arabistan ziyaretinde Şii militanların "Irak'ı terk etmesini" istedi. Gerekçesi de Deaş ile mücadelenin sona yaklaşması... Bu açıklamayı Irak ve Suudi Arabistan Koordinasyon Konseyi bağlamında Riyad'da yapması da oldukça anlamlı. ABD, Abadi yönetimini tümüyle İran'ın etkisine bırakmamak için girişimler yürütüyor. Bunun için bir yandan S. Arabistan ve Irak yakınlaşmasını teşvik ediyor. Diğer yandan İran'ı Irak- Suriye-Lübnan hattında sınırlandırmanın çarelerini arıyor.
Washington'ın Barzani'yi bağımsızlık referandumu konusunda yalnız bırakmasının sebebi de Irak'ı tümüyle İran'a kaybetmemekti. Zira ABD'nin bölgedeki birinci önceliği artık "İran ve vekillerinin oluşturduğu tehdit." Bu yüzden Tillerson'ın "Şii militanlar terk etmeli" çağrısını Suriye için de yapması kuvvetle muhtemel.
Washington'ın İran'ı sınırlandırma politikası hayli "karmaşık." Her şeyden önce, İran'ın yayılmacı gücü Arap baharı sonrası ABD'nin Irak ve Suriye politikasındaki hatalardan beslendi, hâlâ da besleniyor. Şimdi de yetersiz enstrümanlar ve hatalı politikalarla ulaşılamayacak bir hedef belirleniyor.
İşin aslı, Washington Obama'nın son döneminden itibaren "etkili ve tutarlı" Suriye ve Irak politikası oluşturmakta zorlanıyor. Ve bu durum Türkiye başta olmak üzere bölgesel müttefikleri ile ilişkilerini ciddi sıkıntıya soktu. Trump yönetiminin Ortadoğu'ya yaklaşımı Obama döneminden çok daha dağınık görünüyor.
Obama yönetimi son yıllarında nükleer anlaşma ile İran'ı sistem içine doğru çekerken Deaş ile mücadeleyi birinci önceliği haline getirmişti. Bu öncelik bile etkin bir politika üretmedi. Aksine "ABD bütçesini ve askerini" düşünme adına sahada savaşacak kara gücü olarak "taşeron" kullanmayı tercih etti. Bu da YPG'ye askeri desteği ve Türkiye ile ilişkilerin bozulmasını getirdi. ABD, terör örgütü olarak tanıdığı PKK'yı SDG maskesi altında gizlemeyi yeterli buldu. Bir yıla yaklaşmasına rağmen hâlâ dağınıklığını toparlayamayan Trump yönetimi de yeni bir Irak-Suriye politikası oluşturma derdinde. Deaş ile mücadelenin sonuna yaklaşırken yine bir öncelik öne çıktı: İran'ı sınırlandırma. İsrail ve Körfez ülkelerini yanına alan Trump geçenlerde dili "sert" olan yeni bir İran siyaseti de açıkladı. Nükleer anlaşmaya onay vermeyerek topu Kongre'nin önüne attı.
Trump'ın nükleer anlaşmayı iptaline Avrupa soğuk bakıyor. Nitekim AB, Almanya ve Fransa yetkilileri İran ile ticaret yapmaktan vazgeçmeyeceklerini hızlıca ifade ettiler. Ve nükleer anlaşmanın çok taraflı bir anlaşma olduğunu, bölgeye savaş tehdidi getireceğini hatırlattılar.
Trump'ın yeni İran stratejisi, Obama'nın aksine, "Şii aşırıcılığına" da odaklanıyor. Ve Körfez bölgesindeki İran'ın yıkıcı faaliyetlerinin altında Devrim Muhafızları'nı görüyor. Bu çerçevede bir yandan hem Devrim Muhafızları hem de balistik füze sistemleri konularında İran'a yeni yaptırımların geleceği konuşuluyor. Diğer yandan ise Trump, Almanya ve Fransa'nın İran ile ticaretten para kazanmalarında sorun görmediğini açıklıyor. Halbuki Tillerson, Avrupalı firmaların İran'a karşı yaptırımlara "uymalarını" beklediklerini söylemişti. Trump ile Tillerson arasındaki politika "çekişmesine" alışık olabiliriz; de mesele o değil. Mesele, ABD'nin Suriye ve Irak politikasını revize etmeden İran'ı sınırlandırma stratejisine yönelmesinde. Sonuç alınamayacak bir yol bu. Washington'ın Irak ve Suriye politikası sebebiyle Türkiye ile yaşadığı sorunlara (PKK-YPG'ye desteği gibi) çözüm bulmadan sadece S. Arabistan, İsrail ve Körfez ülkeleri sayesinde Şii militanlardan kurtulabileceğini sanması ilginç.
Hani İngilizce bir deyiş var "söylemesi yapmaktan kolay" diye... İşte öyle...