Katar'a uygulanan ablukanın gidişatında tansiyon düşmeye başladı. Bu ablukanın olumsuz etkilerinin sadece Katar'ı değil Suudi Arabistan dahil tüm Körfez bölgesini de vuracağı algısı oturmaya başladı.
Türkiye ve Kuveyt'in arabuluculuk faaliyetlerinin tansiyonun düşmesine katkısı oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ablukayı ne insani ne de İslami değerlere uygun bulduğunu açıklayarak, Körfez'in "büyüğü" olarak Suudi Arabistan'ın bu sorunun diyalogla çözümüne öncülük etmesi çağrısında bulundu.
Kuşkusuz, ABD'nin Katar krizindeki tavrının değişmesi tansiyonu düşüren ana faktörlerin başında geliyor.
Başkan Trump'ın Riyad Zirvesi'nde Arap liderlere verdiği mesaj, 2014'te ortaya çıkan bir krizin yeniden alevlenerek ablukaya dönüşmesinin asıl etkeniydi. Şimdi de Washington'dan gelen yeni açıklamalar gerilimi azaltıcı etkide bulunuyor.
Elbette Trump yönetiminin Katar'a 12 milyar dolarlık uçak satışı ve ortak tatbikat kararlarını kastediyorum.
Gelinen noktada bir saray darbesi ile Katar Emiri'nin değiştirilmesi ihtimali zayıflasa ve kriz soğumaya başlasa da durum ciddiyetini koruyor.
Katar krizinden dünya başkentleri ve bölge kamuoyu için çıkarılabilecek dersleri şöyle sıralayabilirim:
1- Bu krizde Müslüman Kardeşler düşmanlığı üzerinden BAE ve Mısır'ın siyasi ajandası ve emelleri belirleyici oldu. Nitekim darbeci Sisi'nin aynı ablukayı Türkiye'ye de uygulama isteği bölgedeki gizli hesapları açık etti.
2- Türkiye'nin müttefiki Katar'a destek verirken dengeli ve uzlaşmacı bir diplomasi yürütmesi isabetli bir politika tercihiydi. Bu desteğin Suudi Arabistan tarafından bir hasımlık olarak görülmemesi için yakın temasta bulunulması elzem. Yine Erdoğan'ın 2014'te Katar'da açılması kararlaştırılan Türk üssünün "Körfez'in bütününün güvenliğine ve istikrarına" yönelik olduğunu vurgulaması iyi oldu. Hatta aynı tarihlerde Kral Selman'a benzer bir üssü Suudi Arabistan'da kurmayı teklif ettiğini açıklaması da Türkiye'nin "yapıcı" yaklaşımına başka bir örnek oluşturdu.
3- Başkan Trump ve bakanları arasındaki koordinasyonsuzluk ABD gibi bir süper güce uymayan bir belirsizlik ve gelgit ortamı oluşturuyor.
Ve bu gelgitler, müttefikleri nezdinde ABD'nin "güvenilemez" olduğu kanaatini yerleştiriyor.
Bizzat Başkan tarafından "terörü ileri derecede finanse etmekle" suçlanan Katar'a 6 gün sonra 12 milyar dolarlık bir satış yapılabiliyor.
4- Washington'un politikalarındaki belirsizlik, bölünmüşlük ve öngörülemezlik liderleri bunaltmakla kalmıyor. Trump'ın "müzakereci toleransı" muhataplarında yanlış okumalara ve dolayısıyla tehlikeli çıkarımlara da sebep oluyor. En çok da Ortadoğu'da... Abluka işinde Körfez'in aşırıya gitmesi gibi...
5- Trump'ın "silah satışı ve yatırım" çekmeyi önceleyen yaklaşımlarının yarattığı krizler Washington'da Dışişleri ve Savunma bakanlıklarının gittikçe dış politika ve güvenlik konularında ağırlığını koyması ile sonuçlanıyor.
6- Mısır ve BAE'nin kendi gündemlerini Körfez'e dayatmasının Washington'daki kurumları rahatsız etmiş olması kuvvetle muhtemel.
Zira ABD dış politika yapıcılarının Ortadoğu düzleminde ittifak ettikleri en önemli husus İran'a odaklanmak.
Müslüman Kardeşler bahanesiyle Katar'ı ablukaya almak gibi bu odağı zayıflatacak girişimler akıllıca bulunmayacaktır. Yine bu minvalde Dışişleri Bakanı Tillerson'ın 5 milyondan fazla üyesi olan Müslüman Kardeşler'in tamamını "terör" listesine koymanın Ortadoğu'nun siyasetini ve güvenliğini karmaşıklaştıracağını açıklaması manidar. Bu hava Hamas'ın da hedeflenmesi sebebiyle ablukaya sıcak bakan İsrail'in tutumunu da etkileyecektir.
7- ABD'den gelen açıklamalarla Katar krizinin aslında Trump'ın Riyad zirvesinin "yol kazası" olduğu fikri güçleniyor. Önümüzdeki dönemde Ortadoğu'nun asıl gündemi İran'ın çevrelenmesi olacak. Suriye'de, Irak'ta, Lübnan'da ve Yemen'de...
Çünkü Washington'da dış politika ile ilgili kurumların çarkları en çok bu konu için dönüyor.