16 Nisan'ı geçmiş olmak Türkiye siyasetinin ateşini düşürmedi. Nisan sonu ve mayıs yoğun bir hareketliliğe sahne oluyor ve olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Hindistan, Rusya, Çin, ABD ve Avrupa (Brüksel) seyahat takvimi, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin Türkiye'yi yeniden "denetim sürecine" alma kararı, TSK'nın Sincar ve Karaçok dağlarındaki terörist kamplarını vurması, buna ABD ve Rusya'dan gelen tepkiler ve FETÖ'nün emniyet içindeki yapısına- mahrem imamlarına yönelik gözaltılar bahsettiğim yoğunluğun başlıklarının bazıları.
Erdoğan'ın partisine dönüşünü ve CHP'nin olası sokak siyaseti arayışını da bunlara ekleyebilirsiniz. Bütün bu yoğunluk 2019 seçimlerini şekillendirecek bir siyasi gündem demek. Öyleyse iç siyasetin ana tartışma noktalarının ve dış politikadaki denklemlerin trendlerinin bu bir ayda yaşananlarla şekilleneceğini söyleyebiliriz. Zaten Türkiye'nin halkoylamasını bekleyen aktörler de eski-yeni pozisyonlarını gözden geçiriyor, geçirecek.
***
Avrupa başkentleri "
demokrasi ve hukuk devleti" eleştirileri
üzerinden Türkiye'yi baskılamayı
sürdürecek. Almanya
seçimlerinin tamamlanmasını
beklemeliyiz. Bu sebeple PKK ve
FETÖ lobilerinin söylemlerini her
geçen gün benimseyen Avrupa
kurumlarının uzun vadeli "
stratejik"
değerlendirme yapan seslerini
duymak için bir süre daha
bekleyeceğiz.
Ancak bu geçiş döneminde AB'den Türkiye'nin tam üyelik müzakerelerinin durdurulması kararının çıkması halinde Türkiye-AB ilişkileri tarihinde hiç olmadık yepyeni bir denkleme girilecek.
Türkiye'nin istikrarına ve demokrasisine olumlu katkı verme özelliğini yitiren hatta terör örgütlerine verdiği destekle hasmane bir tutuma bürünen AB, Türkiye'yi siyaseten uzun süreliğine kaybedebilir.
Unutulmasın ki, 1990'ların aksine bugün Avrupa, Soğuk Savaş sonrasının "
liberal düzenin zaferi" günlerinde değil. ABD ise böyle bir iddianın küresel liderliğini üstlenme hevesinde hiç değil.
Başkan Trump hâlâ ABD'nin müesses kurumları ile mücadele halinde. Rusya, Ukrayna ve Suriye'deki aktif politikası ile Avrupa ve Ortadoğu bölgelerindeki belirleyiciliğini artırdı. Yine, AB ülkelerinde birlik fikrine karşı olanlar ve bir zamanların marjinal aşırı sağ temaları geniş kitlelere ulaşmış durumda.
***
2013'ten bu yana yaşanan türbülansa rağmen Türkiye 1990'ların zayıf ülkesi değil. Küresel ve bölgesel düzensizliğin olumsuz sonuçları ile boğuşuyor olsa da siyasi istikrarını sağlayan bir ülke. Ancak Suriye ve Irak'ın parçalanma sürecinin kaderi de netleşmiş değil. İşte böylesi bir ortamda "
Cumhurbaşkanlığı sistemine" geçiş halkoylamasından "
evet" çıkmasının rahatlığı ile Erdoğan, büyük güçlerin liderleri ile kritik dış politikagüvenlik konularında müzakere ve pazarlık yapma niyetinde.
Ancak bir dizi görüşmenin sadece müzakereyi içermediği ABD ve Rusya seyahatleri öncesi TSK'nın Suriye ve Irak'taki PKK mevzilerini vurması ile anlaşılıyor. Washington ve Moskova'nın tepkilerinden bu tür bombalamaların PKK'ya karşı düzenli bir operasyona dönüşmesinden endişe ettikleri anlaşılıyor.
Şurası kesin, Ankara, sınırlarındaki güvenlik tehditlerini sadece konuşarak çözemeyeceğini Fırat Kalkanı operasyonuna kadar olan süreçte gördü. Sert güç kullanmanın hem Suriye hem de Irak denkleminde kalabilmek için kaçınılmaz olduğunu tüm boyutlarıyla keşfetti. Dahası, sınırlarındaki PKK tehdidi ile mücadeleden, tek başına da kalsa, vazgeçemeyeceğini biliyor.
***
Dış politikadaki bu meydan okuması yüksek dönemde içerinin konsolide edilmesi gerekiyor. Bir yandan terörle mücadelenin hızlandırılarak tamamlanması, diğer yandan da Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş için uyum yasaları hazırlanmalı.
Erdoğan'ın partisine dönüşü yeni, kuşatıcı bir toparlanma hamlesini içerecektir. Bu hamle AK Parti'nin elinde kalan stratejik elit grupları tutmaya ve yenilerini kazanmaya odaklanacaktır.