Terör bu sefer ABD'yi vurdu. Orlando kentinde pazar günü eşcinsel gece kulübüne yapılan saldırıda 50 kişi hayatını kaybetti.
"Amerikan tarihinin en kanlı silahlı saldırısı" olarak nitelendirilen eylem, Afgan kökenli ABD vatandaşı Ömer Metin tarafından gerçekleştirildi.
Eski eşi tarafından "bipolar" dengesizliği olduğu söylenen Metin, silah taşıma ruhsatı olan bir güvenlik görevlisiydi.
Saldırıyı DAİŞ'in üstlendiği iddiası medyada yer aldı.
Ancak saldırganın herhangi bir örgüt bağlantısı olup olmadığı henüz bilinmiyor.
DAİŞ türü aşırı grupların propagandasından etkilenmiş bir "yalnız kurt" olması ihtimali de var.
2007 ve 2012'de bu tür "bireysel katliam" formatında saldırılar olduysa da bu son saldırı seçimler arifesindeki ABD iç siyasetini hayli meşgul edecek.
Saldırganın "İslamcı radikalizm ile bağlantısının" olması, hedefinin "eşcinseller olması" ve "silaha kolay erişimi" tartışmanın üç boyutunu oluşturdu.
Nitekim ABD Başkanı Obama olayı "nefret ve terör eylemi" olarak niteledi ve silah sahibi olmanın "daha sıkı kontrol" altına alınması gerektiğini vurguladı.
Ancak asıl sıcak tartışma Cumhuriyetçi aday D. Trump ile Demokrat aday H. Clinton arasında başladı. Ve muhtemelen ABD başkanlık seçimlerine de damgasını vuracak.
***
Müslüman karşıtı söylemleri ile tepki çeken Trump kendisine oldukça "
kullanışlı bir seçim malzemesi" bulmuş oldu.
Cumhuriyetçi partiyi kendisinin adaylığı konusunda birleştirmekte zorluk yaşayan Trump, bu saldırıyı Demokratları sıkıştırmak için kullanacak.
İlk tepkisi Twitter takipçilerinden bu tür "
radikal İslami terörist" saldırıları öngördüğü için yapılan tebrikleri kabul etmek oldu.
Daha sonra da hem Başkan Obama'nın istifasını hem de H. Clinton'un başkan adaylığından çekilmesini istedi. Trump "
radikal İslam'ın kadınlara, eşcinsellere, Yahudilere, Hıristiyanlara ve tüm Amerikalılara nefret dolu" olduğu iddiasını "
ABD'yi yeniden büyük yapma" hülyasına bağlayıverdi.
Bu söylem Müslümanları hem nefret hem de terörle suçlayan bir formül üzerinden gidiyor. Ve Amerikalı olmanın tam karşısına yerleştiriyor.
***
DAİŞ ile mücadeleye devam edilmesinin önemine değinen Clinton'ın işi ise kolay değil. Bir yandan Paris ve Brüksel saldırılarının arkasından DAİŞ tehdidine karşı hassas olan seçmenlere terörle mücadeleyi en etkin şekilde yapacağını anlatması gerekiyor.
Diğer yandan ise Trump'ın köpürttüğü Müslüman karşıtı dalgaya da kendini kaptırmaması lazım.
Bu yüzden Obama'nın bu konuda Clinton'un yardımına koşması gerekiyor.
Üsame Bin Ladin'in öldürülmesini Clinton'un artı hanesine yazan konuşması gibi yeni adımlar atması beklenebilir.
En önemlisi de Obama Yönetimi kasım seçimlerinden önce DAİŞ'e karşı yoğunlaştırdığı mücadelesini bir üst seviyeye çıkarmak isteyebilir.
Bunun anlamı DAİŞ ile mücadeledeki koalisyon ortaklarından daha fazla angajman talep etmesi demek.
Suriye'de YPG bu ortakların başında geliyor ne yazık ki.
DAİŞ ile mücadele adına ABD'nin YPG'ye daha ileri bir destek sağlaması Türk-Amerikan ilişkilerini gerecektir. Ancak Türkiye'nin ABD ile ortaklaşa bir şekilde DAİŞ ile mücadele stratejisinde yeni unsurlar devreye sokması da mümkün.
Orlando saldırısı ile DAİŞ'in geleceği hususunda yeni bir döneme girmiş olduk.