Nahda hareketinin lideri R. Gannuşi'nin Tunus'ta "siyasal İslam'a yer kalmadığını" ve kendilerini "Müslüman demokrat" olarak nitelediklerini söylemesi İslamcılığın seyri tartışmasını yeniden canlandırdı.
Gannuşi'nin hareketinin 10. kongresinde ilan ettiği "davet" ile "siyasetin"; yani dini örgütlenme ile partinin ayrılması kararı kimilerince "İslamcıların son bir yenilgisi" olarak yorumlandı. Kimlerince de laikliğin "yeni bir zaferi" olarak alkışlandı. Hatta Türkiye'de bu gelişmeyi AK Parti'nin ders alarak artık "İslamcı otoriterliği" bırakması gerektiğine yoranlar oldu.
Halbuki Gannuşi'nin "demokratik İslam" fikri hiç de yeni değil. Ta Londra'da sürgünde olduğu yıllardan beri "sivil, Müslüman, demokrat" sentezin peşinde koştu. Ve demokrasiyi, iktidarı paylaşmayı önemseyen bu yaklaşımı radikal çevrelerde o dönemden beri tepki çekmeye devam etti.
Nitekim Gannuşi Tunus devriminden sonra hem ülkesinde hem Mısır dahil diğer İslam ülkelerinde iktidar paylaşımının aciliyetine dikkat çekti. Mursi yönetimine kapsayıcı bir siyasetin vazgeçilmezliğini anlatmaya çalıştı. Başarılı, somut örnek olarak da Milli Görüş hareketinden AK Parti tecrübesine dönüşümü verdi.
Devrimden sonra anayasayı "Şeriat" merkezli oluşturmak isteyen Selefilere destek vermedi. Aksine Müslümanların sivil- medeni (laikliğe karşılık gelecek bir kelime olarak) devlette daha özgür olacağını savundu.
Bugün Tunus devriminin Arap isyanlarından geriye kalan tek olumlu örnek olması Gannuşi'nin siyasetine çok şey borçludur. Bu siyaset aynı zamanda Nahda hareketini radikalleşme tehlikesinden korudu.
Bu yönüyle davet ile siyaseti ayırmayı teklif eden "Müslüman demokrat" pozisyon tüm Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da çaresizlik içinde olan Müslüman Kardeşler hareketi için bir çıkış yolu. Hem Sisi rejiminin baskısıyla şiddete sürüklenme tehlikesi altında olan Mısır ana örgütü için hem de farklı ülkelerdeki kolları için...
Neye karşı? DAİŞ ve El- Kaide gibi şiddet yüklü terörist örgütlerin gençler nezdindeki cazibesine karşı... Gannuşi'nin "Müslüman demokrat" formülü Batı başkentlerine ve dünya kamuoyuna da kritik bir mesaj gönderiyor. O da "İslamcıların demokratı olmaz hepsi aynıdır" yaklaşımının radikal Selefi akımları ve sekteryan çatışmayı körüklediğidir.
Batı'nın İslamcıların demokratik dönüşümünü desteklemeyi bu kadar kolay bırakması demokrasi söyleminin araçsallığını göstermekte. Somut stratejik çıkarlara nasıl kurban edildiğini de anlatmakta.
Gannuşi'nin öne çıkardığı formül AK Parti tecrübesinin gittiği yol ile yakından irtibatlı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daha Arap isyanlarının başında Kahire'de altını çizdiği "devlet için laiklik" yaklaşımı "sivil- medenidemokrat" formülün bir diğer ifadesiydi.
Yine son laiklik tartışmasında yeni anayasaya "Allah ve İslam" kavramlarının koyulmasını gerekli görmemesi de bu minvaldedir. AK Parti'nin muhafazakâr- demokrat ya da medeniyetçi söylemi aslında "Müslüman demokrat" kavramlaştırmasının Türkiye pratiğine karşılık gelir.
Elbette temel bir fark var. Nahda muhalefette bir parti olarak var olma mücadelesi verirken, AK Parti 14 yıllık bir iktidar tecrübesinin imkânlarını ve zorluklarını yaşıyor. Türkiye'nin son üç yılda yaşadığı türbülans sebebiyle artan sert muhalefetin AK Parti'yi "otoriter İslamcılıkla" suçlaması ve "dava" vurgusunu buna örnek göstermesi ise siyasi mücadelenin ideolojik kılıfı mahiyetinde.
"Müslüman demokrat" yaklaşımın sadece din temelli siyaset yapmaması beklenmez aynı zamanda demokratik- İslami talepleri karşılaması da gerekir. Nahda'yı Türkiye'ye örnek vermek bu kadar yaşanmışlığı göz ardı eden bir naifliği de içermekte vesselam.