Bu haftanın sıcak gündemi dokunulmazlık meselesi. AK Parti, MHP ve CHP'nin uzlaşmasıyla hakkında fezleke olan 129 milletvekilinin dokunulmazlığı Anayasa değişikliği yapılarak kaldırılacak.
Perşembe günü başlayacak Meclis maratonunun hızla bir sonuç alması bekleniyor. Ancak dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin mahkeme serüvenleri siyasi hayatımızı uzun süre meşgul edeceğe benziyor. Bu itibarla dokunulmazlık meselesi sadece terörle mücadele konusuyla ilgili sonuçlar üretmeyecek. Aynı zamanda siyasi partilerin konumundan siyasetin alanı ve Kürt sorununun geleceği gibi tartışmaları da yoğunlaştıracak.
Önce siyasi partilerin durumundan başlarsak; en zorda olan partiler, doğrudan HDP ve dolaylı olarak CHP. Fezlekelerin mahkemelere intikali ile HDP'li milletvekillerine yapılan suçlamalar ve onların tepkileri Kürt milliyetçiliğini yeni bir cinnet haline sürükleyebilir.
"Bize başka tercih bırakmıyorsunuz" nidalarıyla Meclis'i toptan terk edebilir ya da daha da fazla teröre destek suçlamasına muhatap olacakları açıklamalar yapabilirler. Bu da kendi siyaset alanını daha da daraltacak bir çıkmaz daireye hapsolmak demek. Umalım ki meşru, demokratik siyaset alanında kalmayı tercih etsinler.
CHP'ye gelince; Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun "evet" oyu vereceklerini açıklamasına rağmen partili milletvekillerinin dokunulmazlık konusunda ciddi bir kriz içinde olduğu anlaşılıyor. Gittikçe HDP çizgisine kaymakla eleştirilen CHP liderliği "teröre destek verenlerin safında" görülmek istemediği için mecburiyet hissiyle "evet" kararına yöneldi. Bu kararda Türkiye siyasetinin 7 Haziran-1 Kasım arasında yaşananların etkisiyle girdiği yeni mecranın etkisi büyük. AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden üretilen kutuplaşma HDP'yi kaldıramayacağı bir yükün altına koydu. CHP'nin ön saflarda olduğu kampanyada HDP'ye barajı geçerek AK Parti'yi gönderme anlamında "demokratikleştirici" bir anlam yüklendi. Halbuki Kürt milliyetçi siyasetini belirleme gücünü PKK'nın elinden hiçbir zaman alamayan HDP, terörle arasına mesafe koymaktan bile aciz kaldı.
Kuzey Suriye'deki "kazanımlar" ile Çözüm sürecinin getirdiği "demokratik fırsatları" harmanlayan Kürt milliyetçileri giderek sertleşti ve kendi siyaset alanlarını daraltacak bir süreci başlattılar. Böylece PKK'nın Temmuz 2015'te teröre yeniden başlaması ile siyasetin yeni fay hattı "terörle mücadele" oldu. Ve siyasi partiler de giderek konumlarını bu yeni duruma göre belirlemek zorunda kaldı. İşte CHP böylesi bir düzlemde ulusalcı- kentli tabanını MHP'ye kaybetmemek için tavır almak mecburiyetini hissetti. Ancak bu defa da HDP'ye yakın duran tabanında, milletvekillerinde rahatsızlık oluştu.
Eğer Anayasa değişikliğinde CHP'den çok sayıda fire olursa bu parti aynı anda hem "Kürtlere ihanetle" hem de "teröre destek" vermekle suçlanabilecek. Bu yönüyle dokunulmazlıkların kaldırılması önce HDP'ye sonra da CHP'ye "dokunacak." Dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin "demokrasinin, özgürlüklerin ve siyasetin alanının daralması" ile sonuçlanacağından endişe edenler var. Kuşkusuz bu sürecin hassasiyetle yürütülmesi lazım. Sadece teröre somut destek verenlerin cezalandırılacağı bir yargılamanın yapılması gerekli. Ancak bir hususu da hatırlatmakta fayda var: Çözüm süreci yüzünden terörle mücadele edilemediği kanaati de siyasete olan inancı zayıflatmıştı. Teröre destek veren partilerin bile kapatıldığı İspanya gibi Batı demokrasilerinde siyasetin alanının daralmadığını hatırlayabiliriz. Kaldı ki Kürtlerin kimliğini ve haklarını inkâr eden 1990'ların siyasi ortamında değiliz. Konu Kürt halkının demokratik hakları değildir; PKK'nın maksimalist istekleridir. Kuzey Suriye'deki kantonları ile Güneydoğu'nun illerini, ilçelerini birleştirmek isteyen örgüte kim ne verebilir ki? Böylesi bir tehdit karşısında oluşan bugünkü geniş uzlaşma demokratik siyasetin olmazsa olmaz düzlemidir.