Türkiye, PKK- YPG terörüne ilişkin "meşru müdafaa" hakkını uluslararası kamuoyunda yüksek sesle ifade ederken iç siyasette gerilimli bir ortama sürüklenme ihtimali söz konusu. Ülkenin "tarihinin en krizli dönemini" yaşadığı argümanı üzerinden...
Elbette, Kuzey Suriye'de ABD -Rusya eli ile oluşturulan YPG koridoru ülke için uzun vadeli bir tehdit. Ancak Türkiye'nin gerekli tedbirleri alırken bu tehdidi güvenlikleştirici bir ortamda karşılamaması gerekli.
Yeni anayasa arayışı iç gündemin polemiklere boğulan bir seyre girmemesi için de siyasetin alanını geniş tutmak açısından da kritik önemde. Uzlaşma Komisyonu eliyle yeni bir anayasa yapılması umudu CHP'nin girişimiyle gölgelendi.
Anayasa Komisyonu'nun zorlu bir süreçten geçmesi bekleniyordu. Ancak daha üçüncü toplantısında "komisyonun adı" hususunda anlaşılamadı. CHP ısrarla 12 Eylül rejiminin anayasasından değil de yasa ve kararnamelerinden sistemi arındırmayı öncelik haline getirdi. Ve komisyonun isminin bu şekilde belirlenmesini ısrarla istedi. Bu keskin tavır, dört partinin katıldığı bir Anayasa Komisyonu seçeneğini, sürecin hemen başında bitirdi.
CHP'nin bu tavrı 12 Eylül Anayasası'nın korunmasını istemek gibi bir sonucu da üretti. Yine komisyon görüşmeleri sırasında CHP heyeti, güçlendirilmiş parlamenter sistem teklifi haricinde başkanlık sistemi önerisini tartışmayı baştan reddetti.
Muhalefetin üç partisi de parlamenter sistem isterken CHP'nin başkanlık sistemine geçiş önerisini hiçbir şekilde tartışmayı kabul etmemesinin arkasında hesaplanmış bir yaklaşım var. CHP'nin "zaman kaybına gerek yok" açıklaması AK Parti'nin sistem değişimi konusundaki politikasını boşa düşürmek amaçlı. İstediği gibi bir sonuç çıkmayacağı kanaatine sahip olan CHP, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti'nin başkanlık sistemi önerisini "komisyon" üzerinden kamuoyuna anlatma çabasına sekte vurmuş oldu.
Ancak bu önleyici taktik CHP'nin demokratik siyasetin alanını daraltan bir tavırda olduğunu da gözler önüne serdi. Dahası, iç siyasetin gündemini terörle mücadele ve güvenlik konularına odaklayarak Türkiye'nin "derin bir krizden geçtiği" ve "yönetilemediği" argümanını öne çıkarıyor.
Bunun anlamı Suriye krizinin sonuçları ağırlaşırken önümüzdeki aylarda CHP'nin sert muhalefeti tercih edeceğidir. CHP, 7 Haziran-1 Kasım sonrası daha ideolojik bir parti yönetimi ve milletvekili profili ile söz konusu sert muhalefete ziyadesiyle hazır.
Siyasetin alanını demokratik-diyalojik tartışma ile açmak yerine güvenlik sorunları üzerinden daraltmak kötü bir tercih. Hükümeti de "otoriter" önlemler almaya zorlama yönelimli negatif bir siyaset tarzı. Dışa yönelik "meşru müdafaa" gündemini içten sönümlendirme ve kuşatma çabalarına destek verecek bir eğilim. Kürt milliyetçilerinin "şehir savaşları" seferberliğine mezhebi kökenli sivil görünümlü "kalkışmaları" ekleyerek hükümeti daha da iç sorunlara odaklamak.
Deniz Baykal'ın uzun süre genel başkanlığını yaptığı CHP'yi eleştirmeyi göze alması gidişatın ciddiyetini gösteriyor. Halep'in Sünni bir şehir olmasına yaptığı vurguyu Türkiye iç siyasetine ve CHP'nin mezhepçi savrulma ihtimaline dair okumak gerekli diye düşünüyorum.
İçte yaşanacak "otoriterleşme" iddialı nizalar sayesinde Türkiye'nin Suriye iç savaşındaki rolü iyice minimize edilmeye çalışılacak. Ana muhalefetin bu savrulmasına rağmen hükümetin sadece reaksiyoner bir tutumda kalmaması lazım.
İç kamuoyunun nabzı elde tutulurken ve PKK- YPG konusu anlatılırken yapılan Batı eleştirisini de Batı karşıtlığına taşımamak lazım. Taraflar Cenevre masasına gerçekten oturana kadar mevcut türbülans devam edecek.