"Suriye Demokratik Güçleri" çatısı altında bile olsa PYD'ye yapılan silah yardımı Türkiye-ABD ilişkilerini uzun süre germeye devam edecek. İki ülke arasındaki bu örgüte ilişkin anlaşmazlığın temelinde terör örgütlerine yaklaşım ve onların Suriye iç savaşındaki rolleri yatmakta.
Türkiye PYD'yi ve silahlı kolu YPG'yi, PKK terör örgütünün uzantısı olarak görürken ABD, PKK ve PYD arasındaki organik ilişkiyi şimdilik bir kenara koyuyor. Zira ABD, PYD'yi DAİŞ'e karşı savaştırma konusunda kararlı.
PYD'yi Cerablus-
Azez hattından uzak tutarak Rakka'da DAİŞ'le savaştırmaya hazırlanıyor. Nitekim bu amaçla PYD'nin ağırlıklı olduğu yeni oluşuma 50 ton silah yardımı yapıldı.
Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Başbakan Davutoğlu bu yardımdan rahatsızlıklarını çok net ifade ettiler.
Hatta Davutoğlu PYD'ye verilen silahların PKK'ya ulaştığı tespit edildiğinde bu örgütü de "vurmakta" tereddüt edilmeyeceğini özellikle vurguladı.
Ankara, ihtimallerden bahsetmiyor aslında.
PYD'ye giden silahların PKK'nın depolarına geçtiğini somut olarak biliyor. Dünkü Sabah gazetesindeki haberde Türkiye'nin Kuzey Irak'taki PKK kamplarında tanksavar mayından uçaksavara kadar ABD malı silahları yok ettiği bilgisi yer aldı. Türkiye içindeki PKK'ya yönelik operasyonlarda da bu tür silahların yakalandığı medyaya yansırsa kimse şaşırmaz.
Bütün bunlara rağmen Türkiye, ne kadar çağrıda bulunsa da ABD PYD'ye silah vermeye devam edecek. Burası net. Çünkü Suriye'de DAİŞ'e karşı savaşta elinde daha değerli bir kart yok. Gerçi PYD'nin ne kadar etkili olduğu Rakka cephesinde belli olacak. Bu yüzden PKK- PYD bütün enerjisini Rakka'da fark yaratmaya odaklayacaktır. Olası Suriye federasyonu içinde federe bir devleti garanti etmenin yolu cephede iyi savaşmaktan geçiyor. Rusya İranlıları ABD Kürt milliyetçilerini sahaya sürmüş durumda.
Daha önemlisi, ABD, PYD'ye verdiği desteği yönetebileceğini düşünüyor. Hem Türkiye'nin rahatsızlığını gidermek hem de Rusya'nın PYD'yi etkisi altına almasını engellemek açısından. Uluslararası Af Örgütü'nün PYD'nin Kuzey Suriye'deki kantonlarda uyguladığı "göçe zorlama" faaliyetlerinin "savaş suçu" olduğu yönündeki raporunu bu minvalde okumak gerekir.
İsterseniz biraz açayım. Suriye iç savaşının PKK ve PYD'ye en büyük katkısı uluslararası meşruiyet alanında oldu. PKK, DAİŞ'le savaşarak "ulusal kurtuluş mücadelesi veren silahlı güç" haline gelebileceğini düşünüyor.
Bu meşrulaşma projesinin diğer ayağı da Türkiye'nin güneydoğusunda "özerk yönetim" kurma çabasıydı. HDP'nin aldığı yüksek oyları da göstererek bir tür "plebisit" yapıldığı söylenecekti. Son ayak da Kuzey Irak'ta Barzani devrilerek sağlanacaktı. Böylece İran haricindeki üç parçada PKK hâkim olacaktı.
Çözüm sürecinin buzdolabına girmesi ve Türkiye'nin PKK terörü ile başarılı mücadelesi bu projeyi şimdilik geriletti. Ancak hâlâ PKK elitinin ana hedefi bu yönde. Kuşkusuz PKK'nın meşrulaşma projesinde en kritik aktör, ABD.
Zira ABD uluslararası sistemin en meşrulaştırıcı gücü. ABD de bunun farkında ve PKK-PYD'yi kontrolünde tutmak için elinde havucun yanı sıra sopa da olduğunu biliyor.
Sopa, meşrulaştırma ya da terör örgütü ilan etme gücü... Bence bu yüzden Türkiye'nin ısrarlarına rağmen ABD, PKK-PYD'yi kontrolünde tutabileceğini düşünüyor. Ve Türkiye'nin Kuzey Suriye'de "özerk bir Kürt entitesi" oluşması kaygısını da giderebileceğini tasarlıyor.
Türkiye'nin Kuzey Irak Kürdistan Yönetimi'ne dair kaygılarının yok olması ve çok iyi ilişkiler geliştirilmesi bir örnek olarak hatırlatılabilir.
Ancak bu kıyasın çok iyimser olduğu ve farklılıkları ıskaladığı kanaatindeyim. Kuzey Irak'ın aksine Kuzey Suriye'de PKK hâkim. Kaygı, Kürtlerin federe devlet kurması ile ilgili değil.
PKK'nın gelecekte Türkiye'nin bütünlüğüne yönelik ayrılıkçı emelleriyle ilgili.
ABD, Türkiye'nin PKK-PYD'nin Kuzey Suriye'de güçlenen varlığından duyduğu rahatsızlığın mahiyetini anlamadıkça bu konu iki ülke arasında ciddi bir sorun olma özelliğini koruyacak.