Ortadoğu'nun bu haftaki gündemini İran meşgul ediyor.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani 1996'dan sonra ilk defa cumhurbaşkanlığı seviyesinde resmi bir ziyaret gerçekleştirmek için iki gündür Türkiye'de.
İki ülke arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısı yapılarak ikili anlaşmalar imzalanıyor.
Ticaret hacminin 15 milyar dolardan 30 milyar dolara çıkarılması hedefleniyor.
Yine haftanın ilk iki gününde Cenevre'de önemli bir toplantı yapıldı.
İran ve ABD'li diplomatlar, 35 yıl sonra ilk kez doğrudan nükleer görüşmelerde bulundular.
Mısır yönetiminin Ruhani'yi yeni cumhurbaşkanı Sisi'nin yemin törenine çağırdığı ve İran'lı yetkililerin dışişleri bakan yardımcısı seviyesinde de olsa bu törene katıldığı biliniyor. Suudi Arabistan'ın olumlu bakışı olmadan bu tür bir davetin yapılmayacağı konuşuluyor.
Hatırlanacağı üzere Ruhani, 29 Nisan 2014'de verdiği bir mülakatta Suudi Arabistan ile bir detente (yumuşama) arayışında olduklarını belirtmişti.
Bu bilgileri bir arada değerlendirdiğimizde İran'ın yeni cumhurbaşkanı Ruhani'nin Ahmedinejat döneminde İran'ın bozulan imajını ve ilişkilerini toparlamaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Ruhani eski cumhurbaşkanı Hatemi gibi Batı ile ilişkileri yeniden kurmaya yönelerek bölgesel güçlerle de yeni bir denklem arayışı başlattı.
Nükleer enerji konusunda müzakerelerin yeniden başlaması Suudi Arabistan'ı rahatsız etmişti.
Dini iddiaları ve Körfez bölgesindeki emelleri yüzünden rekabet halinde olan bu iki ülke Ortadoğu'nun önemli sorunlarında sürekli karşıt kutuplarda bulunuyor.
Körfez'deki güç rekabetinin yanında Mısır, Irak, Filistin, Suriye ve OPEC'e kadar farklı ve çoğu zaman da çatışan çıkarlara sahipler.
Bu rekabetin temelinde Ortadoğu düzenine yönelik farklı algılarının çatışması yatıyor. İran klasik olarak ABD'nin ve İsrail'in bölgedeki varlığını sorunsallaştıran anti-statükocu bir anlayışa sahipken, Suudi Arabistan statükoyu korumayı hayati çıkar olarak addediyor.
Arap Baharı'nın getirdiği demokratik dalga bu yüzden en çok Suudi Arabistan'ı rahatsız etmişti.
Nitekim Riyad'ın desteğiyle Mısır'da Mursi yönetiminin yıkılması karşı-devrim sürecini başlattı. Suudi Arabistan'ın bu siyaseti sonucu İhvan bölgede terör örgütü ilan edildi. Benzer şekilde ABD-İran uzlaşısı bölgesel denklemlerin değişmesi anlamına geliyor.
Ambargoların kalkmasına yönelik adımlar İran'ı ekonomik olarak rahatlatırken, Körfez'deki ülkelerle ikili ilişkilerin de toparlanması fırsatını yaratıyor. Bu yüzden ABD, bir süredir Suudi Arabistan'ı İran'ın bölgedeki yayılmacı emellerine izin vermeyeceği yönünde ikna etmeye çalışıyordu.
Sonuç olarak Türkiye, İran ve Suudi Arabistan arasındaki bölgesel rekabet ve işbirliği yeni bir safhaya giriyor. Bölgesel güçler Arap baharı sonrasında dış politikalarına kısmi revizyonlar getirmeye çalışıyor. Konusuna göre değişecek bir rekabet ve işbirliği içinde olacaklar.
Suriye'de, Suudi Arabistan ve Türkiye birbirine yakın dururken İhvan konusunda İran ve Suudi Arabistan benzer tutum takınabilir.
Buna karşılık bütün bölgesel güçler El-Kaide karşısında ise ortak hareket edebilecek çıkarlara sahipler.
Ne yazık ki reel milli çıkarların çatıştığı yerlerde bu çıkarlara hizmet edecek şekilde mezhepsel kutuplaşma ve onun ürettiği insani trajediyle yaşamaya devam edeceğiz.