Bir kez daha Noel zamanı ışıklar kenti Paris'te olmak ne güzel! Ama size yeni bir Paris güzellemesi yapacak değilim. Bu küçük yazıda daha çok Gerard Depardieu çevresinde kopan fırtınadan söz etmek istiyorum. Bilindiği gibi Fransız hükümeti çok yüksek kazanç sahiplerinden iki yıl boyunca yüzde 75'i bulan bir vergi alınmasına karar verdi. Birkaç ünlü işadamının ardından Depardieu da bunu protesto eden ve Fransa'yı terk etme tehdidinde bulunanların arasına katıldı. Depardieu'nun seçtiği ülke şimdilik Belçika olarak gözüküyor ama Putin de ona pasaport verip ülke kapılarını açacağını belirtti. Olay, ünlü benzetmeyle ilk fırtınada gemiyi terk etmeye hazırlanan fareleri düşündürmüyor değil. Ama sorun o kadar da basit değil. Sanatla servetin ve kişisel özgürlükle devlete hizmetin birbirine karıştığı bu karmaşık manzaradan hangi dersler alınabilir? Sanatçılar elbette hemen şişman Depardieu'nun yanında yer aldılar. İlk atışı aktöre bütün sempatilerini sunan ve "Son Metro"dan oyun arkadaşı olan Catherine Deneuve yaptı ve hükümeti iyice haşladı. Ardından sinema ve sanat camiasının ünlüleri akın ettiler. Jean Reno, onu savundu ancak şöyle dedi, "Diktatörlerle kurduğu yakınlık hoşuma gitmiyor." Ünlü oyuncu Fabrice Luchini ise şöyle dedi, "Depardieu gibi bir sinema anıtına saldırmak intiharla eş anlamlıdır." Bu arada ona "minable" (acınası) yakıştırmasını yapan Fransız Başbakanı geri adım atarken, her ülkede olması gerektiği gibi Kültür Bakanı onu savundu.
Olay, elbette siyasetçilerin bir büyük sanatçıyla giriştiği tartışma görüntüsünün çok ötelerine gidiyor. Çünkü "Le Figaro" gazetesinin hafta sonu eki, bu "vergiden kaçış" olayının giderek büyüdüğünü ve bin 500 çok zengin Fransız'ı aşıp aralarında genç, enerjik ve iyi mevkilere gelmiş işadamlarının da bulunduğu geniş bir kitleyi kapsamak üzere olduğunu söyledi. Bu arada solcu "Liberation" gazetesi ise şöyle diyor, "Şunu da hatırlamak gerekir ki dünyada son derece zengin bir ülke var ve o ülke çok yakın zamana dek çok zenginlerden yüzde 90'a yaklaşan bir vergi almıştı. Hayır, eski Sovyetler Birliği değil. Ama Roosevelt döneminden Ronald Reagan dönemine uzanan bir süreç içinde ABD."
Sağcı "Le Figaro" ise altını çiziyor: "Bu, aktörün kişiliği üzerinden Fransızların çok büyük bir bölümüne yapılmış bir büyük hakarettir. Halkın içinden gelen bir gardiyan oğlunun, sırf kendi çabası ve yeteneği ile böyle bir konuma gelmesi ancak hayranlıkla karşılanabilir. Kendi çabasıyla toplumun en üst katlarına tırmanan ve böylece girişimciliğin parlak bir örneğini veren bir vatandaşı vergi yoluyla cezalandırmak topluma ne vaat edebilir? Sol, yoksulları seviyor: Yeter ki yoksul kalsınlar."