İyi film nasıl belli olur? Cannes'ın ilk filmleri sanki bu konuda bir fikir jimnastiği yapma fırsatını getirdi bana... Şöyle bir tanımlama yani: iyi film, bir yerinde birden gözlerimizden yaşlar getiren, boğazımızda birşeylerin düğümlenmesine neden olan filmdir. Çünkü her film bir hikaye anlatır ve hayat denen muammadan bir yansıma getirir. Filmin gerçekle buluştuğu ve bize olabildiğince özgün birşeyler taşıdığı bir sahne, birden bizi yüreğimizden vurur ve gerçekten akmasa da birkaç damla yaşın aniden akmasına neden olur. İşte o an iyi bir film izlediğimizi fark ederiz.
Örneğin İskoç kadın yönetmen Lynne Ramsay Kevin Hakkında Konuşmalıyız filmindeki anneyi, çocukluğundan beri nefretle büyümüş, bir türlü ana-babasını ve genelde insanları sevememiş, sonunda da en kanlı bir dizi cinayet işlemiş melek yüzlü, ama şeytan ruhlu oğluyla hücrede buluşturduğunda, nefesiniz kesilir. Sinemadan başka hangi sanat bu buluşmanın korkunçluğunu böyle anlatabilirdi? Tilda Swinton ve de parlak yeni oyuncu Ezra Miller'in de katkılarıyla?
Ya da Gus Van Sant'in nedense yarışmaya alınmamış ve Belirli Bir Bakış bölümünü açan son filmi Restless'de, ikisi de yaşama özürlü genç kahramanları, ölümcül hastalığı adım adım ilerleyen Annabel ve anababasının bir kazada ölümlerinden sonra kendisine gelememiş Enoch, hiç tanımadıkları insanların cenazelerine gitme huyu ve doğa tutkusu gibi iki ana konuda anlaştıklarında... Ya da ilk kez yattıkları sahnenin tüm cinsellikten sıyrılmış arı şiirselliğinde buluştuklarında... Yine gözyaşlarınız içinize akmaya başlar. Mia Wasikowska ve de geçen yıl ölen Dennis Hopper'in oğlu Henry Hopper'in de müthiş katkılarıyla... Benzer bir etkiyi Woody Allen dahiyane biçimde kurulmuş filmi Paris'te Geceyarısı filminde yapar. Özellikle birden kendisini 1920'lerin mutlu Paris'inde bulan genç Amerikalı, dönemin ünlüleriyle birer ikişer karşılaşıp örneğin Hemingway'le edebiyatla savaşın ilişkilerini tartışır veya Luis Bunuel'e bir şatoda yemek yedikten sonra birtürlü dışarı çıkamayan bir grup burjuvanın öyküsünü anlatmasını tavsiye ederken... Malum, Bunuel bu öğüdü dinlemiş ve önce Mahvedici Melek, sonra da Burjuvazinin Gizli Çekiciligi filmlerinde bu öyküyü anlatmıştır!..
İtalyan Nanni Moretti yarışmadaki Habus Papam filminde ayni etkiyi bir tür kara komedi aracılığıyla sağlar. Onun kahramanı, Papa seçildiği gün bu büyük sorumluluğu kaldıramayarak isyan eden, büyük bir bunalım geçiren ve kendisini Vatikan'dan sokaklara atan bir Papa ve bu rolü büyük bir ustalıkla yüklenen yaşlı oyuncu Michel Piccoli'dir. Yönetmenin Katolik kılisesine baş kaldırmasına rağmen din düşmanı olmayan ve inanca saygısını koruyan tavrı da filmi özel kılan nedenlerden biridir.
Ve de o garip, ama çekici İsrail filmi Dipnotu'nda yönetmen Joseph Cedar kavga, giderek düşmanlık içinde olan bilim adamı baba-oğuldan oğulu, kendi kariyerini, hatta hayatını babasına yapılmış büyük haksızlığı gidermek için tehlikeye atan bir kişilik olarak sunduğunda, yine boğazınız düğümlenir. Tüm bunlar, insanlığın büyük macerasından ustaca yansıtılmış görkemli kesitlerdir. Ve festival daha sadece üç gününü doldurmuştur!..