Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Beyoğlu'ndaki ucube ve korumacılığın gerçek anlamı

Yeni Radikal güzel bir habercilik yaptı. Beyoğlu'nda, yani kentin göbeğinde her türlü mimarlık, korumacılık, mantık ve estetik kurallarını yıkarak, yanındaki tarihi Cercle d'Orient binasının yüzde 50'si daha fazla yükselen Demirören inşaatındaki yolsuzlukları sergiledi. Tüm bunlar, beş yıldır devam eden, caddeye üç metre taşıp geliş gidişi engellediği halde belediyenin özel himayesiyle işini ağır aksak yürüten dev inşaatın yüksek tahta perdeleri ardında olduğu için, kimse farketmemişti. Ama şimdi ortaya çıktı.
Elbette komedi tekrarlandı. Beyoğlu belediye başkanı, tıpkı Emek olayında olduğu gibi kem-küm etti, yerel yönetimin tüm yetki ve sorumluluklarını unutup topu koruma kurullarına attı. Büyükşehir belediyesinden ses-seda çıkmadı. Bir tek kültür bakanımız cesur bir ses yükseltti, olayın üzerine gidilip soruşturma açılacağını, hata bulunursa düzeltileceğini söyledi. Ertuğrul Günay'ı hem bu olay, hem de ardından gelen o çok vahim SİT alanlarının kaderini tümüyle Orman ve Çevre bakanlığına bırakma girişimine de kararlı bir tavırla karşı çıkması nedenleriyle kutluyorum. Hem de içtenlikle... Son dönemde birkaç konuda onu ağır biçimde eleştirdim. Ama o, AK Parti'nin en çağdaş yüzü olmayı ve biz aydınların kaygılarına kulak vermeyi sürdürüyor. Ben kendi gönül coğrafyam içinde onunla barıştım, umarım onun için de öyledir. Bizim çağdaş bir kültür bakanına, onun da aydınlara ihtiyacı var.
Meselenin köklerine inersek, şunu söylemek isterim. Bizlerin işte AKM, Emek veya Alkazar sineması, Balat veya Zeyrek evleri, Karadeniz ormanları veya İstanbul su havzaları gibi uygulamalardaki kaygıları, protestoları veya karşı çıkışları, bir aydın kaprisinden, entel kaygılardan veya romantik duruşlardan kaynaklanmıyor. Belki bir zamanlar öyleydi, ama artık değil. Tüm bu konular ve benzerleri, artık yaşamımızın içinde önemli bir yer tutuyor, giderek daha 'hayati' oluyor. Yeryüzünde gelişmekle doğanın korunması arasında sürdürülebilir bir dengenin sağlanması, ikisi arasında asgari bir barışın kurulması giderek önem kazanıyor. Tarihi veya sivil uygarlık örneklerinin korunması, aslında kendi kimliğimizin, özümüzün ve varlığımızın korunması anlamına geliyor. Bir halk, bir ulus, bir devlet olarak tüm bunları korumak hem kendi kendimizi korumak, hem de uluslararası sözleşmelere attığımız imzaların gereği ve evrensel uygarlığa katkımız demek oluyor.
Elbette anlıyorum, anlamaya çalışıyorum. Barajlar kurarak, 'akan suya Türk gibi bakmayarak' ülkeyi kalkındırmak isteyen bir hükümetin, karşısında hemen çevrecileri bulmasındaki çaresizliği ve bunu aşmak istemesini anlıyorum. Ayni biçimde yıllardır, hatta yüzyıllardır sermayeyenin uğramadığı, yoksul kalmış semt ve de kentlerimizde, birden yükselen rantın çektiği yatırımcıların engellere çarparak öfkelenmesini de anlıyorum. Ama emin olunuz ve emin olsunlar ki, engel gibi gözüken şeyler aslında hepimizin iyiliği içindir. O korunan orman, vadi veya su havzası, yarınlarımızın güvencesidir. O yıkılmasına engel olunan 'fareli salon', yarın hepimizin iftihar edeceği bir kültür merkezi olacaktır.
Ve koruduğumuz, onardığımız ve yaşattığımız her güzellik, tarih önünde halkımızın ve ulusumuzun adını yüceltecektir. Tüm bunlar açık değil mi?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA