Yayla... Ağaç... Çiçek... Köpek... Karayemiş... Çilek... Böğürtlen... Yeşillik... İşte Sadık Albayrak'ın yaşamı.
Binlerce yazı... Bazıları İngilizce ve Arapça'ya çevrilen 46 kitap.
Mahkemeler... Cezaevi... Yılların yorgunluğu.
Şimdi... Parma'da... Trabzon'un yaylasında.
-Niçin?
-İnsanlardan uzak, Allah'a yakın olmak için.
***
Yayla... İlaç Gibi
Trabzon'dan Of'a geçtik... Sonra Dernekpazarı'na... Oradan Çaykara yoluna...
Ve sağa saptık... Yaylalara.
O yayla senin, bu yayla benim.
30 kilometre gittik.
Sanki... Yazdan çıkmış, sonbahara girmiştik.
Sadık Bey "Üşüyeceksin" dedi.
Ve sırtımıza bir battaniye getirdi.
Yayla... "Oksijen deposu."
Yayla... "İlaç." Sadık Albayrak:
-Burada 21 gün kal... Kanın değişir.
***
Türkü
Yayla evi... Botanik bahçesi gibi.
Kapıda iki yazı var.
Biri...
"Allah (C..C) buyuruyor ki: Bitkiler ve ağaçlar Allah'a secde eder." (Rahman suresi... Ayet 6.)
Diğeri:
"Ormanı sev, ağaçları koru."
Sadık Albayrak'ı dinliyoruz:
"Parma'nın her tarafı koruluktur koruluk,
E kız senun peşine gide gide yorulduk."
-Yenge duymasın.
-Duyarsa duysun... Bu türküdür.
***
Kıtmir
Parma... Üç asırdan fazla geçmişi olan bir yayla.
Bizi Kıtmir karşıladı.
Kıtmir... "Yedi uyurlar" diye bilinen Ashâb-ı Kehf'in köpeğinin adı.
Kıtmir... Sivas Kangal.
Kıtmir'i görünce... Yaylaya birlikte gittiğimiz Özgür Özdemir korktu... Kaçtı.
Kıtmir... Gün boyunca yanımızdan ayrılmadı.
***
Kahvaltı Sohbeti
Kuymak... Bir Karadeniz klasiği.
Tereyağı... Mis gibi.
"Dünü" konuşuyoruz... Yakın siyasi tarihi... Demirel'i... Özal'ı... Erbakan'ı.
Sonra... "Bugüne" geliyoruz.
-Yeni parti?
-Üzülüyorum... Birlikte yola çıkmışlar... Şimdi ayrılık sinyalleri veriyorlar... Tatmin olmama duygusu.
Sonra... Sadık Albayrak... Bir şey daha söylüyor:
-Korkaklıkta ar, ileri gitmekte şeref var... İnsan korku ile kaderin hükmünden kurtulamaz.
***
Bahçe
Dile kolay, bin ağaç dikmiş... Hâlâ dikiyor... Çam... Gürgen... Pelit.
"Bu ağaçlar 3 metre, 5 metre yükselince ben yok olurum... Bir an önce büyüsünler diye, gözüm gibi bakıyorum" diyor.
Bahçede çilek, marul, lahana, patates... Ne ararsanız var.
Albayrak... "Davut Peygamber kendi el emeği ile geçinirdi" diyor ve...
Topladığı çilekleri bize uzatıyor:
-Bak... Tadına doyamazsın.
Gerçekten de öyle.
***
Gül, Davutoğlu, Babacan, Şimşek
Televizyon izliyor... Gazete, kitap okuyor... Ağaçlarla konuşuyor... "Abdülhamit döneminde kara ve deniz ulaşımı" konusunda kitap yazıyor.
Günler gelip geçiyor.
"Geldik, gidiyoruz" diyor.
Ve ekliyor:
-Onurumuzla gidelim.
Sonra söz... "Ayrılık, gayrılık... Siyaset... Parti" konusuna geliyor.
Ve kahvaltı sohbeti sürüyor:
İşin yakışanı Abdullah Gül'ün Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olması için çalışılması.
Davutoğlu... Uluslararası bir İslami kuruluşun başında olmalı.
Ali Babacan... Mehmet Şimşek... Uluslararası Ekonomik Kuruluşlarda, bayrağımızı dalgalandırmalı.
Doğru olan içten dışa açılmak değil mi?
CHP'den, Demokrat Parti'den, Adalet Partisi'nden... Öteki partilerden ayrılanlar, parti kuranlar oldular... Sonuç... Eridiler, gittiler... Unutuldular.
***
Veda
Bahçede... "Tahta arabalar" var.
Sadık Albayrak "Bin" diye tutturuyor.
Arabalar... "Torunların."
Plaka... "61" ve... Torunların doğum tarihleri... İsimlerinin ilk harfleri. Yılların dostuyla yayla sohbeti.
Elinde iki paket... Tereyağı ile karalahana...
"Yerken beni hatırlarsınız" diyor.
Ve... Sis basıyor... Yağmur... Göz gözü görmüyor.
Kucaklaşıyoruz... Vedalaşıyoruz.