Doğan Yurdakul'un acısını paylaşıyoruz... Ona başsağlığı diliyoruz... Allah sabırlar versin.
Ölüm döşeğinde de olsa eşini göremedi.
Sadece "cenazesine katılmasına, eşinin mezarına toprak atmasına" izin verildi.
O da "sıkı koruma" altında.
Cumhurbaşkanı Gül "mezarlıktaki fotoğrafı" görünce çok üzülmüş... Üzülmemek mümkün mü?
***
Celal Bayar, Yassıada'da idama mahkûm edilmişti.
"Yaş haddinden dolayı" cezası
"müebbet hapse" çevrilmişti.
Eski Cumhurbaşkanı
, "Kayseri Cezaevi'nde" yatıyordu.
Eşi Reşide Bayar sık sık İstanbul'dan Ankara'ya geliyor, Ankara'dan da Kayseri'ye geçiyordu... Eşini ziyarete gidiyordu.
Sene 1962...
Reşide Hanım, İstanbul-Ankara treninde kalp krizi geçirdi...
Öldü.
Celal Bayar'a
"eşinin, Ankara'daki cenaze törenine katılma izni" verilmedi.
***
1962 çok gerilerde kaldı... Kimse hatırlamaz.
Bir başka örnek verelim.
Çok mu çok taze.
Yaşar Ali Haberal... 4 çocuk babasıydı.
Zonguldak'ta fırıncıydı.
Bir ara
Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı da yaptı.
Yaşı 90'a dayanmıştı, hastalandı.
Prof. Dr. Mehmet Haberal
"Silivri'deydi... Ölüm döşeğindeki babasını" göremedi.
Ve
Yaşar Ali Haberal da, her fani gibi, hakkın rahmetine kavuştu.
Geçen yıl Zonguldak'ta, Acılık Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra toprağa verildi.
Prof. Haberal, babasının cenaze namazına gelemedi.
Mezarına iki avuç toprak atamadı.
***
Bunlar modern devlete yakışmayan görüntüler.
Ne yani, böyle bir durumda ille de
"Cumhurbaşkanı'nın üzülmesi... Başbakan'ın devreye girmesi... Adalet Bakanı'nın mahkemeyi araması" mı gerekiyor?
Hani nerede kaldı
"kuvvetler ayrılığı?"
Nerede kaldı
"yargının bağımsızlığı?"
***
Mahkeme, pekâlâ
" inisiyatif-yetki" kullanabilir.
Her soruna
"mutlaka Ankara'nın el koyması" şart değildir.
Hukuk hocası Prof. Dr. Faruk Erem'in bir sözü vardır:
- Mahkûmun üstündeki deriyi kazıyın, içinden insan çıkar.
Bunu unutmayalım.