Mevsim yazdı, Sivas'taydık.
Gazeteciler Cemiyeti Başkanı, Sivasspor Yöneticisi Fikret Ünsal'la beraberdik.
Ayakkabıcılar Çarşısı'nda esnafla sohbetteydik.
Çarşıda bir "hareketlenme" oldu.
Baktık, karşımızda Muhsin Yazıcıoğlu.
***
Muhsin Bey "hayırdır" dedi.
Fikret "gülerek" yanıt verdi:
- Kundura almaya geldik.
Yazıcıoğlu da güldü:
- Öyleyse benim kunduracıya gidelim.
"Yok, şaka yaptık, ayakkabı falan alacak değiliz" dedikse de, Yazıcıoğlu "yürüyün" dedi.
***
Küçük bir dükkânda, yaşlı bir kunduracı.
Ne çırağı var, ne kalfası.
"Makine" deseniz yok, "çivi" deseniz yok.
Ama o "ayakkabı yapıyor."
"El işi."
***
Türkiye'de pek çok "ayakkabı fabrikası" var.
Ayrıca "Çin'den de geliyor."
- Amca nasıl rekabet edeceksin?.. Bu çağda elle ayakkabı yapılır mı?
- İşim bu bey.
***
Amca büyük bir "defter" çıkardı:
- Aha boş sayfaya ayağını bas... Kalemle ayağının dört yanını çizeceğim... Madem beni adam yerine koyup geldin, sana bir kundura yapayım.
Biz "yok, gerekmez" diye dükkândan çıkmak isterken....
Muhsin Yazıcıoğlu "adam çok gücenir" dedi.
Sonunda "ayak ölçüsünü" verdik.
***
- Amca borcumuz ne kadar?
- Alamam, sana karşı ayıp olur... Reis Bey'le (Muhsin Yazıcıoğlu) geldin, ona karşı ayıp olur... Sivas halkına karşı ayıp olur.
- Öyleyse ayakkabı kalsın.
***
Bir hafta geçti geçmedi...
"El yapımı" ayakkabı geldi.
Ve de Muhsin Yazıcıoğlu'nun telefonu:
- Sakın para gönderme... Adam küser.
- İyi de, yaşlı amcanın emeğinin karşılığı ne olacak?
- Sivas'a tekrar yolun düşünce uğrarsın, çayını içersin.
***
Bir süre sonra "teşekküre" Sivas'a gittik.
Yine Fikret Ünsal'la birlikte... Doğruca Ayakkabıcılar Çarşısı'na... Kunduracı Amca'ya...
Bu sırada telefonumuz çaldı:
- Ben Muhsin Yazıcıoğlu... Neden benden habersiz gittiniz?.. Ben de Sivas'tayım... Ayrılmayın, hemen geliyorum.
***
Geldi, millet etrafımızı sardı, "çarşı hatırası" resim çektirdik.
Ayakkabıcı Amca da, Yazıcıoğlu da sordular:
- Nasıl, kundura rahat mı?
- Hiç giymedik ki... Hatıra gibi, antika gibi, bir köşede duruyor.