Ulusoylar "büyük bir aile."
Sefer Ulusoy, ailenin "Ankara'daki kolu."
"Vefalı" bir kişidir.
Her pazartesi "dostlarını" arar.
Emekli valileri, emekli generalleri, emekli müsteşarları, emekli genel müdürleri... Eski siyasetçileri.
"İyi haftalar" der.
Hatır sorar.
***
"İsmi lazım değil" bir eski bakan dostumuz, (adı "A", soyadı "C") ile başlar, geçenlerde Sefer Ulusoy'a telefon etmiş.
"Sesini değiştirerek ve biraz da sertçe" konuşmuş:
"Sefer bey sizi savcılığa bekliyorum... Kendiniz mi gelirsiniz, yoksa ben mi aldırayım?
- Sayın savcım, konu nedir?
- Siz çok iyi biliyorsunuz.
- Efendim bilmiyorum... Çok merak ettim.
- Telefonlar... Teknik takip... Kimlerle temas ettiğinizin farkındasınız herhalde.
- Efendim, Trabzon'dayım... Salı günü gelsem olmaz mı?
- Gerekirse Trabzon'dan sizi aldırırız.
- Ama itibarım sayın savcım.
- Bunu daha önce düşünmeliydiniz.
***
Eski bakan telefonu kapatmış.
"Olayın tanıkları" başlamışlar gülmeye.
Bu sırada içlerinden biri (haydi bu defa isim verelim... Doktor Ramazan Aydın) demiş ki:
- Sefer abinin yaşı 80... Ben doktorum... Şimdi sıkıntıdan bir şey olabilir... Onun için fazla uzatmayalım... İşin aslını anlatalım.
***
Sefer Ulusoy'a "işin aslı" anlatılmış.
Ulusoy demiş ki "böyle şaka olur mu?.. Öldüm öldüm dirildim... Bir saatte belki bir kilo verdim."
***
"Vefalı" Sefer Ulusoy yine "her hafta" eşi dostu, emekli paşaları, valileri arıyor ama...
Artık "pazartesi sabahları" aramıyor.
"Cuma sabahı" arıyor.
Ve "girizgahı" şöyle yapıyor:
- Hayırlı cumalar....