Sevgili Gülşah "üzgündü."
Ama kederini içine atıp "iyiyim" diyor ve ekliyordu:
- İyi olmaya çalışıyorum.
- Mustafa'dan hiç haber aldınız mı?
- Avukatlar aracılığıyla... Cumaya çıkmasını bekliyorum... Ama sırf tutmuş olmak için cumadan sonra yine tutarlar mı, bilemiyorum.
***
- Çocuklar nasıl?
- Yağmur'a (7 yaşında) bilgisayar almıştık... Oyun oynuyordu... Evde arama yaparken, Yağmur'un bilgisayarını gördüler... Onu da götürdüler.
***
Gülşah "Mustafa'yı biliyorsunuz" dedi:
- Bir şey yok... Delil yok... Eve geldiler, karıştırdılar, bir şeyler bulamadılar.
"Tanıyoruz" dedik:
- Mustafa telaşlıdır, esprilidir, elinde bir sürü kağıt vardır, bazen aradığı kağıdı kendisi de bulamaz.
***
Sene 1971'di.
Akşam Gazetesi'ndeydik.
Bir gün "muhtıra" verildi. (12 Mart.)
Ve "gözaltılar" başladı.
Akşam Gazetesi'nden Altan Abi'yi de aldılar, götürdüler. (Öymen)
"Sağı solu, orayı burayı, siyasetçiyi savcıyı" aradık.
"Suçu nedir" diye.
Denildi ki "uçak kaçırma işine karışmış."
***
Altan Abi kaçırsa kaçırsa "havaalanına geç gider... Bineceği uçak havalanmıştır... O da uçağı kaçırır... Bir sonraki uçağı bekler."
Gazetede telefonla konuşurdu "herkesin içinde."
Yazısını yazardı "herkesin içinde."
Onun "gizli kapaklı" ne işi olabilirdi ki?
***
Ama "götürdüler..."
"2 ay kadar" yattı, çıktı.
"Bir şeyle de suçlanmadı."
Suçlanamazdı.
***
Dün Mustafa Balbay'ın eşi Gülşah Balbay ile konuşurken, kafamızdan "bir film şeridi gibi" 1971 muhtırası, Altan Abi'nin götürülüşü, eşi Aysel Hanım'ın üzüntüsü geçti.
***
Mustafa "kafiyeli konuşur", yazısına "kafiyeli başlık" atar.
Bir gün Emin Çölaşan dedi ki:
- Haydi "bisküvi" sözcüğüne de bir kafiye uydur.
Balbay düşündü, uyduramadı ve "çuvalladım" dedi.
Başladık gülmeye.
Dün Çölaşan'la "Balbay'ı konuşuyorduk."
Dedik ki "gözaltı için de mutlaka bir kafiye bulmuştur."
***
Geçmiş olsun Gülşah, geçmiş olsun Mustafa.