Televizyonlarda "hava durumunu" sunan uzmanlar "iki ayrı sıcaklıktan" söz ederler... Önce "hava sıcaklığı şu derece"
derler... Sonra da "hissedilen sıcaklık olarak"
farklı bir değer verirler.
Diyarbakır'da Vali Efkan Ala ile "bölgenin durumunu... Güvenliği... Normalleşmeyi" konuşuyorduk.
Efkan bey "TV'deki hava durumu raporlarını" örnek gösterdi:
Normalleşme çok iyi... Ama bu yeterince hissedilmiyor... Demokratikleşme yolunda atılan adımlar çok güzel sonuçlar veriyor... Fakat, tıpkı hava raporlarındaki gibi... Gerçekleşen normalleşme ile hissedilen normalleşme farklı.
***
Bölgede biz de "aynı izlenimi" edindik.
Zaman "normalleşmeye" çalışıyor. Ancak bu normalleşme, vali beyin dediği gibi yeterince hissedilmiyor.
Önümüzdeki süreçte "hissedilecek."
***
"Hava durumu benzetmesini" ekonomi için de yapmak mümkün.
Ankara'nın "resmi tabloları" ekonomide her şeyin yolunda gittiğini gösteriyor.
Banka kredileri ucuzluyor. Herkes otomobil alıyor, ev alıyor. Ekonomi büyüyor. Ancak, Tarsus'u, Mersin'i, Adana'yı Niğde'yi, Bursa'yı, Eskişehir'i dolaşınca görüyoruz ki...
Ankara'nın söylediği "iyileşme" ile esnafın, köylünün, işçinin, memurun "hissettiği iyileşme" birbirinden oldukça farklı.
***
"Ekonomi benzetmesine" girmemizin nedeni var.
İnsanlar "iyileşmeyi kendi ceplerinde... Mutfaktaki tencerelerinde... İftar sofralarında" hissetmek istiyorlar.
"AK Parti'nin son durumunu" irdelerken, bu konunun altının çizilmesi şart.
***
17 Aralık 2004'ten sonra, AK Parti'yi "Avrupa rüzgarı ile erken seçime iteklemek isteyenler" çıktı.
3 Ekim'den sonra da yine "Avrupa rüzgarı ile haydi erken seçime" diyenler az değil.
Ancak Tayyip bey bugün erken seçimi "pek çok nedenle" istemez.
Bugün "daha önce yazmadığımız bir nedenden" bahsedeceğiz.
Son yurt gezilerinde gözlemledik ki "MHP'nin tırmanışı sürüyor."
Tayyip bey "CHP'nin muhalefetinden yana pek dertli değil."
Ama Meclis'te bir MHP muhalefeti "Tayyip beyin başını çok ağrıtır."
***
Gezdiğimiz yerlerde gördük ki, AK Parti'ye oy verenler de dahil, insanlar "Bakanların çoğunu tanımıyor." "Popüler birkaç bakanı" sayabiliyorlar.
"Parti üst yönetimindekilerin" tanınırlıkları da fazla değil.
Herkes "Tayyip beyi tanıyor." "2002'de hangi partiye oy verdiniz" sorusuna yanıt verenler içinde "Tayyip'e" diyenlerin oranı, "AK Parti'ye" diyenlerden kat kat fazla.
Demek AK Parti "kadro" değil, "lider partisi" olma yolunda.
Yani "tek adam" partisi.
AK Parti'nin iktidar sürecinde "kurumsallaşma işini beceremediği" anlaşılıyor.
***
Partililerden, partisizlerden dinlediğimiz bir "eleştiri" var.
Yöneticilerin "birbirleriyle çelişen söylemlerinden" herkes rahatsız.
İnsanlar, aynı yönetimdeki beyan sahiplerinin "uyum içinde olmasını" bekliyorlar.
Ve de beyanların "birbirini tamamlamasını."
***
3 yıllık bir iktidarın "eleştirilmesi" doğal. Eleştirileri dinlerken şunlar dikkatimizi çekti:
1. Parti de, milletvekilleri de eleştiriliyor. 2. Ancak, Tayyip beye yönelik eleştiri daha az.
3. Tayyip beyin "yakın çevresi" ile ilgili eleştirilerde artış var... Milletvekilleri bile, hatta bazı Bakanlar bile "çevre eleştirisine" katılıyorlar.
***
"Bir şey" daha var. AK Parti'de sanki "Kast sistemi" mevcut. Yani parti içinde "sınıf farklılığı... İki ayrı sınıf oluşu" gibi.
"Kadronun... Tercihlerin" bu sisteme göre şekillenmesi gibi.
Ama bu olay "başlı başına bir yazı konusu."