Hani bir laf var ya… "Dereye su gelene kadar kurbağanın gözü patlar" derler. Bu söz, sorunun ferahlatıcı bir duruma kavuşması için yapılacak iş geciktiğinde bekleyenin can çekişip kıvrandığını anlatır. Şu anda piyasada yaşanan durumun en güzel özeti bu…
Şöyle izah edeyim…
Biliyorsunuz, aldığı önlemlerle kur ve faizin ateşini düşüren Hazine ve Maliye Bakanlığı, geçen hafta yaptığı ihalelerde piyasadan az borçlanarak bankaların likidite açısından elini rahatlattı. Amaç, 18 milyar TL'lik bir kaynağın reel sektöre gitmesini sağlamaktı. Bu hamlelerle, kredi faizleri de gevşeyince kaynağa ulaşmanın kolay olacağı umulmuştu.
***
Oldu mu peki?
Duyduğuma göre, hayır…
Bankalar ne akreditif açıyor, ne rotatif kredi veriyor, ne yapılandırmaya yanaşıyor. Hatta limit artışı isteyene limit kapatıyor, ekstra teminat istiyor. Bankanın 40 yıldır çalıştığınız şubesine ya da bölge müdürlüğüne gitmeniz bir şey ifade etmiyor. Elinizde banka genel müdürlüğünden aldığınız 'Hamili kart yakınimdir' yazısı yoksa kredi alma şansınız filan yok.
Bankalarda para mı yok derseniz… Öyle bir durum da söz konusu değil…
Hepsinin kasasında para var. Sendikasyon kredilerini yenilediler. Kimse bankadan mevduat çekmiyor. Hazine'nin piyasaya bıraktığı kaynak duruyor.
O halde bu 'aşırı ihtiyat' niye?
Sanırım, parayı iş dünyasına vermek yerine Hazine'nin ihalelerine ya da dövize yatırmak daha kazançlı ve garanti geliyor.
Bana kalırsa, ekonomiyi 'dengeleme' meselesini bankalar yanlış anladı. Baksanıza,
ekonomiyi soğutmayı değil, dondurmayı kafalarına koymuşlar.
***
Yalnız unutulmasın!
Ekonomi donma derecesine gelirse önce ödem başlar, sonra dokular harap olur, damarlar tıkanır, arkası kangren ve beyin kanaması…
Velhasıl, şirketlerin beyin ölümü gerçekleşmeden bankaların aşırı temkini bir kenara bırakıp, tedavi sürecine katılmaları gerekiyor.