Efendim, çok bereketli topraklar buralar, gün geçmiyor ki şoka girdiğimiz bir haber patlamasın. Siyaset alanından hiç söz etmiyorum bile, bir hafta evvel milletçe infiale kapıldığımız gündemler, bir hafta sonra yıllar geçmişçesine çıkıyor hayatımızdan. Düşünsenize, Fransa'ya duyduğumuz milli tepkiyi doyasıya yaşayamadan, bambaşka infiallere daldık. Zannetmeyin ki 'hop kültür' âlemimiz daha farklı bir durumda. Buyurun, Bülent Ersoy, Deniz Gezmiş'le arkadaş olduğunu açıklayıverdi, yeni bir şok dalgası kapladı ortalığı... Evet kıymetli okur, Bülent Hanım, Deniz Gezmiş'le tanışıklığı hakkında, "Tanırdım onu, bir hukukumuz vardı kendisiyle. Ben çok gençtim o zamanlar... Deniz Gezmiş çok bilgiliydi bir kere, çok okuyan bir insandı. Ben hiç siyasetin içinde olmadım ama toplantılarında çok bulundum. Eğlence, sohbet, muhabbet toplantılarıydı. Rahmetli çok severdi sesimi. Bir gün bana üç şişe Çamlıca gazozu aldı, ben de ona şarkılar söyledim. Ardından çok ağladım," diye açıklamalarda bulundu. Lakin sandığınızın aksine, beni şoka sokan Bülent Hanım'ın Deniz Gezmiş'le tanışıklığı değil, o dönemde bile abartılı bir iştah sahibi olmasıydı. Yani bir gazoz, hadi bilemediniz iki gazoz içebilir insan. Ama üç gazoz da olmaz yani... Pek değerli Diva'mızın daha evvel yurtdışına giderken yanında götürecek kadar, hatta uçakta sipariş verip tepki çekecek kadar sucuk düşkünü olduğunu; konser öncesi kulise kendi namına 17 adet dilli kaşarlı tost söylediğini; otel odasına bir tepsi kokoreç getirttiğini biliyorduk. Bir tarihsel malumat olarak, bu kez de gençken arka arkaya üç gazoz içtiğini bizzat kendi ifadelerinden öğrenmiş olduk. Kesintisiz devam eden bu iştah çizgisinin Diva'yı hazım konusunda huzursuz etmemesini temenni ediyor, konuyu kapatıyorum.
TARİH VE MEKAN TUTUYOR
Öte yandan, "Ben şunu tanırdım," türü açıklamalara hep temkinli yaklaşan ailenizin dedektif gazetecisi olaraktan, Bülent Hanım'ın sözlerinin doğruluğu konusunda en ufak bir kuşku duymadığımı belirtmeliyim. Bir kere, Deniz Gezmiş, Bülent Hanım'dan sadece beş yaş büyüktü. Üstelik Diva'nın ilk sahne aldığı yer Üsküdar Fıstıkağacı'ndaki Özlem Aile Gazinosu'ydu ve Deniz Gezmiş de Üsküdar'da oturuyordu. Yani tarih ve mekanlar tutuyor. Hesaplandığında dört yaşında olması gereken tarihte, Mahir Çayan'ın tabutunu taşıdığı palavrasını atan Ercan Saatçi'nin durumuna benzemiyor Bülent Hanım'ın açıklaması. Üstelik biz Diva'nın palavrasına tanık olmadık hiç, aksine dobra biliriz kendisini. Oysa Ercan Saatçi, palavrası patladığında, "Mahir Çayan'ın mezarına su dökmek karşılığında 25 kuruş vermişti annesi. Bir hafta yapmıştım. Karacaahmet mezarlığında," diye çevirmişti kazı ve bendeniz de bu sayfalardan, Mahir Çayan'ın Ankara Karşıyaka Mezarlığı, L/3 adası, 99 no'lu mezarda gömülü olduğunu yazmıştım bu kez ve karşılığında 'tıs' sesi almıştım. Halbuki Diva'dan bugüne dek tek bir 'tıs' sesi çıkmamıştır. Kendisinden hoşlanalım ya da hoşlanmayalım, bu bakımdan 'hop kültür' âlemimizin delikanlı zevatı arasında müstesna bir yer sahibidir.
GİZLİ SOLCU OLABİLİR
Bu arada, uzun zamandır Bülent Hanım'ın gizli solcu olabileceği şüphesiyle kıvranmakta olduğumu ve Deniz Gezmiş'le ilgili açıklamasının bir itiraf niteliği taşıdığını da belirtmek isterim. Ve dahi, 12 Eylül döneminde sahnelerden yasaklanması bir tarafa, yasak bittikten sonra sahne aldığı Adana'da, istek parçası olarak gelen Çırpınırdı Karadeniz'i söylemediği için kurşunlanması, bu yönde ek bir emare olarak telakki edilebilir. Malum, söz konusu eser 1970'lerden bu yana Ülkücü camianın iltifatına mazhar olmuştur. Tabii bir taraftan da, "Şunu tanırdım, falancadan 25 kuruş aldım," diyebileceğim tek bir ünlü sima bile yok, ona hayıflanıyorum kıymetli okur. Halbuki ben de isterdim, mesela, "Mail Büyükerman'la pişpirik oynamışlığım vardır," demeyi. Kısmet değilmiş... Sahi, nerede o güzel insan? Unuttuk, değil mi? Gündem çok hızlı değişiyor işte, her şeyi unutuyoruz...