Bugün sağlıklı yaşam için risk oluşturan ve ciddi yan etkiler yaratabilen iki yöntemden bahsetmek istiyorum. Her iki yöntemin zayıflama ve hastalıklardan korunma adına verdiği beslenme önerilerini maalesef bilim doğrulamıyor. Avrupa Beslenme Bilgi Konseyi'nin de (EUFIC) "Doktor ve beslenme uzmanları da asla hastalarına bu önerilerde bulunmamalı" uyarısı var. Doğru olmayan bilimsel iddia şöyle: "Asitli yiyecekleri fazla yemek şişmanlık, kanser, diyabet ve kas erimesine neden olur, vücudu alkali duruma getirirsek bu hastalıklardan korunabiliriz." Turnusol kağıdına idrar veya tükürük örnekleri damlatıp bu örneklerin asidik mi ya da bazik mi olduğunu ölçtürerek bu yalana aldatıcı bir boyut da kazandırıyorlar. Genel olarak hayvansal ürünler ve tahıllar asit, sebze ve meyveler ise alkali içeriğe sahip olup tükürük ve idrarda asit ya da alkali olmasını belirleyen yiyecek çeşitleri. Yağlar ve şekerler ise içinde kükürtlü bileşikler olmadığı için idrarda nötr etki gösteriyorlar. Tıptaki temel eğitimlerde bile idrarın asit ya da alkali olmasının kronik hastalıklarda temel tanı teşkil eden bir konu olmadığı çok iyi bilinir. Kan dokusu başkadır ve kesinlikle asit ya da baz sisteminden etkilenmeyen farklı bir fizyolojik olaylardan etkilenir. Normalde kan 7.3-7.4 bandında yani çok hafif alkaliktir. 6.8'den aşağı ve 7.8'in üzeri yaşam ile bağdaşmayan sınırlardır. Asitli yiyecekler yediğimizde böbreklerimiz düzenli çalıştığı sürece idrarımızın asitli olması doğrudur ama bu, kanımızdaki asiditeyi hiçbir şekilde etkilememektedir. Çünkü böbrekler bir taraftan yiyecekten gelen asitleri idrar ile atarken bir taraftan da bikarbonat üreterek kana gönderip nötr ortamın devamlılığı için tampon bir fonksiyon görevi yaparlar. Yani ne kadar asitli yeseniz de kanın hafif alkali veya nötre yakın olmasının devamlılığı böbrekler sayesinde daima kolaylaşır. Alkali veya asitli idrar hiçbir kronik hastalığın ön göstergesi değildir. Sadece böbrek taşları açısından riskin olup olmadığını öngörür. Çoğu kişi alkali beslenmeyi duyduğunda eczanelerden karbonat alıp sularına katarak vücutlarına kimyasal madde almakta. Araştırmalar karbonatlı su içmenin reflü hastalığı dışında yanlış olduğunu hatta karbonatlı su içenlerin mide ve bağırsak hastalıklarına zemin hazırlayıcı klinik semptomlara da yakalanabileceğini bildirmekte. Bu arada "Tanıdığım bazı kişiler alkali şeklinde beslenme uygulayarak kilo verdiler" diye düşünebilirsiniz. Hemen şunu belirtmek gerekiyor; bu sistemle zayıflamaya çalışanlar tahıl içeren yiyecekleri azaltıp insülin seviyesini kanda düşürüyor. Yani diyetin alkali içeriğinden değil az yeme, az kalori almaya bağlı olarak zayıflıyorlar. Önerim sularınıza karbonat eklemeyin ve yiyecekleri asit/baz oluşturan şeklinde ayırmayın. Bu önerileri veren doktorlar ve diyetisyenlerden de uzak durun.
MERAK KURBANLARI
İkinci yanlış yöntem ise 'Clean Diet' adı verilen beslenme modeli. Yöntem sosyal medya üzerinden ve ünlüler yoluyla pazarlanan taze sıkılmış, şişelenmiş ya da püre kıvamındaki baharatlarla lezzetlendirilmiş su, taze meyve ve sebze sularının, sadece bir ana öğün yerine bazen gün boyunca içilerek uygulanmasına dayanıyor. Peki gerçekten güvenilir mi? Öncelikle detoksun bu kadar yaygınlaşmasının ana nedeni merak ve heyecan uyandırması. Çünkü verdiği mesaj, vücudu ne şekilde olursa olsun temizleme yönünde. Bu süreç genelde üç veya yedi gün. Kısa ve uygulanabilir bir zaman aralığı. Sonrasında uygulayıcıların duygularını "Kendimi çok iyi hissediyorum" diye dile getirmesi ise diğer insanlarda uygulama konusunda heyecana neden olmakta. Amerikan Beslenme ve Diyetetik Akademisi Basın Sözcüsü Dr. Diyetisyen Joy Dubost da vücudun temizlenmeye ihtiyacı olduğunu ancak 'Clean Diet' gibi sıkı bir beslenme sürecine gerekçe olabilecek bilimsel bir verinin bugüne kadar kanıtlanmadığını bildiriyor. Dr. Dubost, vücudun temizlenme ya da toksin atımı gibi önemli fonksiyonel olayını karaciğer, böbrek ve bağırsak sisteminin çalışması ile sağlanabildiğinin altını çiziyor. Daha fazla taze sebze, orta düzeyde taze meyve, tam taneli tahıllar, vücudun gereksinimi kadar yağsız hayvansal protein kaynakları ve bitkisel özlü sıvı yağları tükettiğinizde vücudun serbest radikallere karşı korunma mekanizmasının işlediğini belirtiyor. Yale Üniversitesi Beslenme Araştırmaları Komisyonu iki konuya dikkat çekiyor: Birincisi taze meyve ve sebzelerin vücudun toksin atmada etkisi olabilmesi için ürünün mevsiminde ve olgunlaşmış olması, çok fazla pişirme ve doğrama, sıkma işlemine tabi tutulmaması ve en önemlisi de suyu içilecekse 1-2 dakika içinde tüketilmesi gerektiği. İkinci önemli konu ise; bu taze sebze ve meyvelerin bekletilmesi ile kaybolan vitamin ve antioksidanlar yerine bağırsakların sadece diyet lifi ile çalıştığı ve taze sebze-meyveleri yağsız, sağlıklı hayvansal proteinlerle tüketmediğinde vücudun temizleme işlemini tam olarak yapamayacağı gerçeği.
KARNABAHAR ATIŞTIRMA
Çoğu kişinin temel sorunu akşam yemeğinden sonra yatana kadar olan dönemde bir şeyler yeme isteği. Bu konuda patlamış mısır görüntüsünde fırında karnabahar tarifimi sizlerle paylaşacağım. Bolca yiyebileceğiniz düşük kalorili lezzetli atıştırmalığı çocuklarınıza da verebilirsiniz.
MALZEMELER:
3 kase karnabahar
Kuru kekik
Zeytinyağı
Zerdeçal
YAPILIŞI:
Aynen patlamış mısır görüntüsü elde etmek için karnabaharların çiçek kısımlarını bıçak yardımı ile küçük parçalara ayırın. Geniş bir kaseye koyun ve çok az zeytinyağı, bol kuru kekik ve 1 tatlı kaşığı zerdeçalı da serperek iyice harmanlayın. Fırın tepsisine yağlı kağıt serin ve kaseyi boşaltıp karnabaharları gelişigüzel yayın. Önceden ısıtılmış fırında çıtır kıvama gelinceye kadar fırınlayın.