Bu hafta vizyona giren filmler arasında kuşkusuz en öne çıkan film, John Wick serisinin son filmi. Keanu Reeves'in başrolde olduğu Donnie Yen, Bill Skarsgard ve Laurence Fishburne'ün rol aldığı John Wick: Chapter 4, sinemaseverleri 2 saat 49 dakikalık bir yolculuğa çıkarıyor. İlk filmin 101 dakika olduğu düşünülürse 169 dakikalık film serinin en uzun filmi ve en çok eleştirildiği nokta da bu uzun süresi. Ancak film güçlü koreografilerle süslenmiş Paris sokaklarında vahşi ve destansı bir kovalamaca da dahil olmak üzere nefes kesen 20'ye yakın aksiyon sahnesi sayesinde sıkılmadan izlenebiliyor. Bu sayı önceki serilerin dört katı.
Daha önce gişe rekorları kıran üç John Wick filmini yönetmiş olan Chad Stahelski yine hem yönetmen hem yapımcı koltuğunda. Michael Finch ve Shay Hatten'in senaryosunu yazdığı filmde John Wick büyük suç örgütünü yenmeye çalışırken özgürlüğünü elde etmek için bu kez yeni düşman Yüksek Şura'ya karşı mücadele ediyor. Serinin en estetik film olarak nitelendirilen 4. filmde, yeni silahlar yeni Amerikan arabaları da göze çarpıyor ama artık John Wick abimizin duygusunu geçirme noktasında bariz sıkıntısı var. Aynı tepkiler hatta aynı yorumlar biraz tekrara düşürüyor. Buna rağmen türün ve serinin meraklılarını heyecanlandıracak, aksiyona doyuracak bir film olmuş. Öte yandan son filmin dünya çapında 115 milyon dolarlık açılış hasılatıyla rekor kırması bekleniyor. Serinin bir önceki filminin açılış haftası hasılatı da 56,8 milyon dolar olmuş ve ABD rekoru kırmıştı. Dünya genelinde de 328,3 milyon dolar hasılat toplamıştı. Bakalım John Wick 4 rekor kırabilecek mi?
PARAYLA SAADET OLMAZ
Bu hafta izlediğim filmler arasında beni en eğlendiren film Özel Bir Hediye oldu. Francis Veber'in 1976 yılında çektiği kült film The Toydan esinlenen Fransız yapımı komedi filminin konusu oldukça tanıdık. Film, annesinin ölümünden ultra zengin babasını sorumlu tutan, sevgisiz büyümüş, Alex (Simon Faliu) adlı şımarık bir çocuğun, kendisine doğum günü hediyesi olarak seçtiği yeni oyuncağı Sami (Jamel Debbouze) ile yaşadığı dostluğu anlatıyor. Ama ne var ki Sami geçim derdi olan sıradan bir insandır. 12 yaşındaki bir çocuğun oyuncağı olmayı hem de hediye kutusuna girmeyi kim ister? Tabii ki Sami de böyle bir şeyi asla istemiyor, ama günlüğü 2 bin avrodan 10 günlük görev çok cazip geliyor ve oyuncak olmayı kabul ediyor. Bu durumu hamile karısı ve banliyödeki arkadaşlarından saklamaya çalışıyor.
Çocuğun aşağılayıcı tavırlarından dolayı birkaç kez görevi bırakma noktasına geliyor ama aklına doğacak bebeği ve borçları gelince duruma katlanmaya çalışıyor. Bu süreçte hem çocuğun en yakın arkadaşı oluyor hem de çocuğun babası Fransa'nın en zengin adamı olan Philippe Etienne (Daniel Auteuil) ile aralarında dostluk başlıyor. Yaşamını banliyöde sürdüren Sami'nin zengin dünyaya adapte olmaya çalıştığı sınıfsal çatışmanın yaşandığı yerler ile aşırı meşgul olduğu için çocuğuna hiç sarılamamış o katı ve otoriter babaya ders verdiği sahneler seyirciyi kahkahaya boğuyor. Bunda tabii ki (Bülent Şakrak'a benzettiğim) başrol oyuncusu Jamel Debbouze'nin başarılı performansının etkisi çok büyük. 15 yaşında kaza sonucu kullanma yetisini kaybettiği sağ koluna rağmen, oyuncunun bu dezavantajlı durumu hiç yadırganmıyor. 12 yaşındaki Simon Faliu'yu da es geçmemek lazım. Genç oyuncu çoğu yetişkin meslektaşlarına taş çıkartan oyunculuk sergiliyor. Neticede, çok zengin olmanın mutluluk getirmediğini, küçük şeylerle mutlu olabilmenin gerektiğini bir kez daha hatırlatan film, ailece izlenebilecek dokunaklı bir komedi filmi olmuş. Tavsiye ederim.