Çatal-bıçaklar sofralarımıza 19. yüzyılda, II. Mahmut döneminde giriyor.
Çatal-bıçağın kullanılmadığı eski dönemlerde sert ağaçlardan, kemik, fildişi, bağa, sedef, büyük balıkların kemikleriyle altın ve gümüşten oldukça güzel kaşıklar yapılıyor.
Evliya Çelebi'ye göre kaşıkçı esnafı 300 dükkân, bin neferdir.
Pirleri Hazreti Muhammet'e kaşık yapan Taki Acemi'dir.
Kaşıklar yemek çeşitlerine göre çeşitli şekillere ayrılıyor. Bu nedenle de mesela çorba, pilav, tatlı, hoşaf, muhallebi kaşıkları birbirlerine benzemezler. Tarihçi Haluk Y.
Şehsuvaroğlu, Kaşıklara Dair başlıklı yazısında Topkapı Sarayı Hazine Dairesi'nde sergilenen kimi kaşıkları şöyle saptamaktadır: "Saplı ve ağzı som, sapın iki tarafındaki gümüş çiçeklerin üzeri elmaslı kaşık; sapı burmalı ve delikli altından, tepesi yaprak ve çiçek şeklinde süslü, sapın ve çiçeklerin üzerleri elmaslı ağzı altından kaşık; sapı altından ve üzeri bir sıra yakutlu, tepesi oyma çiçek şeklinde ve üzeri elmaslı, ağzı beyaz taştan kaşık; fildişi saplı, sapının tepesi mercanlı, üzerinde dört tane mekik şeklinde altın pafta bulunan ve paftaların etrafı firuzeli, ortaları incili, ağzı sedeften kaşık." İlk Osmanlı hükümdarı Osman öldüğünde eşyaları arasında bir tuzluk, bir işlemeli kaftan, yeni bir sarık, birkaç ipekli sancak yanında bir de kaşık bulunmaktadır.
Şehsuvaroğlu, adı geçen yazısında tarihimizde kaşık yüzünden alınan bir intikamın hikayesini de anlatır.
Sonradan sadrazam olan Çorlulu Ali Paşa, Enderun'da Seferli Koğuşu'nda yemektedir. Sofrabaşı Ak Ağa'dan önce kaşığını yemeğe uzatınca, terbiye sınırlarını aşmış olur. Ak Ağa da ağaç bir kaşığın teknesiyle Ali Paşa'nın eline şiddetli bir biçimde vurur. Bu duruma çok üzülen Ali Paşa hemen sofradan kalkar, ama bu hareketiyle de bir başka saygısızlığa vesile olacaktır.
Ali Paşa, bir zaman sonra padişah II. Mustafa'nın sevgisini kazanır. Padişah, Ali Paşa'yı silahtarlık makamına getirmek istemektedir. Ali Paşa da Saray ile Babıali arasındaki haberleşme kendisine verilirse bu makamı kabul edeceğini bildirir.
Çünkü, o zamana kadar Saray ile Babıali arasındaki haberleşmeyi Ak Ağalar yapmaktadır. Haberleşme, Ak Ağalar'dan alınıp da silahtarlık makamına verilince, Çorlulu Ali Paşa da yediği tahta kaşığın intikamını yıllar sonra böylece almış olacaktır. Nitekim de Ali Paşa'nın dediği olur. Şehsuvaroğlu, bir de genç bir şehzadenin aşk ve ayrılık macerasına karışan bir kaşığın hikâyesini anlatır.
Sultan Abdülaziz, Avrupa gezisine çıkarken yanına veliahdı Murat Efendi, şehzade Abdülhamit Efendi ve oğlu Yusuf İzzettin Efendi'yi de alır. Veliaht Murat Efendi, geziye çıkarken büyük bir aşkla sevdiği 'Şayan' adındaki kadına, içinde şunları yazan bir kaşık armağan edecektir: "Vuslata Şayan / Senindir devran." Şimdilerde ise "Yedi mahalleye kaşık çaldırdı," misali bir Yemekteyiz muhabbetidir gidiyor. "Kaşığı masaya düz koydun, eğri kaldırdın, kıl vardı, tüy çıktı..." "Kaşığı herkes yapar ama sapını ortaya getiremez," sözünün de hükmü kalmadı.
Üstat Şehsuvaroğlu, bu günleri görseydi, yemek yerine birbirlerini yiyen yarışmacıların ellerine saplarında şu beyitler yazan kaşıkları verirdi: "Lafı lafa etme ilave / Al kaşığı çal pilave." "Bir acayip talihim var her işim bozgun düşer / Bülbül için tuzak kursam içine kuzgun düşer."