Salı günü Tuzla'daki Okan Üniversitesi'ne gitim: İletişim Fakülesi Dekanı Bülent Vardar'ın davetiyle, merhum sinema profesörünüz Alim Şerif Onaran'ı anma paneline katıldım... Panele öğrenciler pek rağbet etmemişti. Merhum bir sinema alimi onlar için ilginç olmayabilirdi. Ama orada da söyledim: Böylesine etkinlikler için özellikle üniversitelerde daha 'diktatörce' bir tutuma taraftarım. Ne oldu? Dışarda avare avare dolaşmayı seçenler, yazar-yönetmen dostum Rıza Kıraç'ın Alim Hoca için yaptığı belgeseli göremedi; bu olağanüstü insanı tanıyamadı. Kırsal kesimden gelmiş, devlet memuru olup sivil polislik yapmış birinin, önlenemez bir sinema aşkıyla, varolmayan sinema okullarından mezun olamasa da konunun akademisyeni ve sonunda ilk profesörü olmasını, yıllarca sansür kurulunda çalıştığı halde filmleri hep özgür bırakma eğilimini, sayısız kitabı arasından birinin de sinemada özgürlük üzerine olduğunu öğrenemediler. Ve tüm bunlardaki gerçek güzelliğin farkına bile varamadılar. Üstelik ayaklarına kadar gelmiş bir Engin Ayça'yı, bir Rıza Kıraç'ı, bir Gülsen Tuncer'i, hadi sahte tevazu yapmayayım, bir Atilla Dorsay'ı dinlemek ayrıcalığını da tadamadılar. Kendileri bilir! Bizlerse, eski dostları olarak Alim Hoca'yı anmaktan çok mutlu olduk. 9 Eylül Üniversitesi sinema bölümünün de kurucusu olan, sinema kadar tangoları da seven, ünlü 1001 Gece Masalları'nın tam 16 cildini Türkçeye çeviren o sıra dışı insanı... Ruhu şad olsun.