Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NUR ÇİNTAY

Hayat bilgisi

Oya Aydoğan’ın Fransızca eğitim veren o ‘en’ kurumlarda okumuşluğu düşündürmüyor mu: Bütçeyi de bünyeyi de bu kadar zorlamaya değer mi? Daha bol ve sık vapurlu bir İstanbul, hayatı güzelleştirmez mi? Bu hafta sonu farklı bir alışveriş kültürü mümkün mü?

Frankofon Oya Aydoğan
Hangi okullara gittiniz? Çocukları nerede okutmak için bütçeyi de bünyeyi de zorluyorsunuz? Fransızca eğitim veren okulları nasıl bilirsiniz? Hep şaşırmışımdır. Hayatta durduğu yer, kendine yaptığı çevre, biçtiği rol, verdiği izlenim... Bu ablamız, bu okullarda mı okumuş gerçekten? Bir tarafı yüceltiyor, diğerini aşağılıyor değilim. O en prestijli kurumlardan en yüksek derecelerle kurum kurum mezun olanların ne mutsuz, ne ruhsuz olabildiklerini gayet iyi biliyoruz. Belki başarısız, sevgisiz, insansız... Buradaysa eşi dostu tarafından çok sevilen, sitayişle bahsedilen, kapısında beklenen bir kadın var. Bebek gibi kalbi olduğu söylenen, belli ki masum, şirin, komik, tatlı... En yakınındakine (Bülent Ersoy) bakılırsa, belli ki egosuz, kendini sıfırlayabilen, fedakâr, şefkatli, tahammüllü de biri... Ama işte yine de bir muamma bu okul durumu benim için. Sadece fizik, kimya, matematik öğrenilen bir yer değil çünkü okul, insanın hayata bakışını, dünyaya ve geleceğe dair görüşünü şekillendiren de bir müessese. Oya Aydoğan ortaokulu Saint Pulcherie'de bitirmiş. Liseyi de Saint Michel'de okumuş. Ama belli ki bu Fransız okullarının onu yönlendirdiği yola, sokmaya çalıştığı disipline gitmemiş. "Yeşilçam Sokağı'na giden yol bizim okulun geçerdi. Kadir İnanır'dan Cüneyt Arkın'a kadar bütün artistleri okul yolunda görüp heyecanlanırdık" dediği sokağa sapmış. Acıklı ve garip biçimde bir yandan da naif, "Kızım, evladım, yapma çocuğum" dedirtecek bir sebeple hastanede yatıyor günlerdir. Patates kızartması yerken boğazına takıldığı için... Onu çıkarmak isterken zorladığı ve de aort damarı yırtıldığı için... Acil şifalar dileyelim. Kıssadan hisse babında: Okullar için de fazla kasmayalım. Her şey olacağına varıyor.

Griden değil maviden gidelim!
Hiç öyle kampanyacı, imzacı bir tip değilim. Ama bu başka. Hayatımı yıllardır çok doğrudan ilgilendiren bir şey bu. Çok söylendiğim, çok sinirlendiğim bir hal, çok imrendiğim, çok desteklediğim bir hayal. 'Karadan değil maviden' başlıklı, 'Banabivapurlazim' hashtag'li bir kampanya bu. Vapur seferlerinin artırılmasını talep ediyor tahmin edeceğiniz gibi. Buna da hep şaşırmış, hiç anlamamışımdır: Bunca deniz imkânı olan bir şehirde, karada mücadele ısrarı niye? Ulaşımda deniz yollarının payının yüzde 3'te kalması niye? Yeniköy'den Büyükdere'ye, güzelim tarihi iskelelerin kapalı olması niye? Boğaziçi'ne özgü bir ulaşım alışkanlığının, kültürünün, keyfinin sürdürülmemesi niye? Metroya, metrobüse adeta hücum edilmesine rağmen azalmayan köprü trafiğine (Üst üste havaalanı tecrübesinden gördüm ki sabah 6:30'da yükünü feci almış oluyor birinci köprü) ve de artan nüfusa nefes aldırmak için farklı güzergâhlardan vapurları dolaşıma sokmamak niye? Sadece sabahakşam değil, günün ortasına, bilhassa da hafta sonuna daha sıklıkla sefer konmaması niye? Yolcu sayısı az, zarar fazla mı diyenlerdensiniz? Peki özendirici bir yaklaşımla yolcu sayısını çoğaltamamak niye? Bazı durumlarda başlarda biraz zararı göze alamamak niye? Hayatımızı kolaylaştırmak için daha fazla vapura, güzelleştirmek için de daha fazla vapur yolculuğuna ihtiyacımız var. Bir terapi, tedavi aracı olarak da değerlendirilebilir hem. Binin görün, nasıl alıyor siniri...

Bu hafta sonu buraya uğranır!
Bomonti'deki tarihi bira fabrikası, insanın hep gitmek isteyeceği bir kültürsanat- gastronomi üssüne dönüştü malum: Bomontiada. Çeşitli etkinlikler, Babylon'da konserler, Delimonti'de kahvaltılar, Kilimanjaro'da iz bırakan yemekler... Şehrin en mıknatıslı yerlerinden biri oldu. Hele güzel havada dışarıda aylaklık etmek, mis! Bu hafta sonu ekstra bir hareket-bereket de var: Souq. Ortadoğu'da, Asya'da, Afrika'da filan da souk, suk, sooq gibi şekillerde, yaygın biçimde kullanılan bir kelime bu... Pazar yeri demek, çarşı... Üç yıla yakındır Karaköy'de, önce temalı pazar sonra da dükkân şeklinde dikkat çekiyor bizdeki Souq. Zincirlere, tek tipleşmeye yüz vermeyen, sanatı ve zanaatı, biricikliği önemseyen bir oluşum. Her yanda görmediğimiz markaları, ilginç ve bağımsız girişimleri destekliyor, taze bir alışveriş kültürüyle buluşturuyor. Bu hafta sonu Bomontiada'da Souq. Fırsat bulursanız uğrayın, azıcık masraf çıkabilir ama gözünüzün-gönlünüzün şenleneceği de muhakkak.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA