New York'taki Guggenheim Müzesi... Berlin'deki Martin- Gropius-Bau... Amsterdam'daki Stedelijk Müzesi... Buralarda hep nitelikli, önemli, özenli sergiler olur. Meraklandıran, iz bırakan... Besleyen, gıpta ettiren...
Malevich'ten David Bowie'ye, gitme fırsatı bulduğumuz her seferde deli dünyalar serdiler önümüze. Rus avangardlarıyla da buluşturdular, malzemenin yanı sıra teşhirin ne kadar hayati olduğunu kulağımıza küpe diye de taktılar.
Son aylarda farklı seçki ve kurgularla bu üç prestijli müzede de yer alan bir sergi, akım, fikir; şimdi İstanbul'a, Akbank Sanat'ın desteğiyle Sakıp Sabancı Müzesi'ne geliyor.
Emirgan'daki SSM; müstesna müdürü Nazan Ölçer sayesinde ağır topları, en babaları ağırlamasıyla maruf: Picasso, Rodin, Dali... Monet, Anish Kapoor, Miro...
Bu defaki sergi, adını ilk duyduğunuzda kuvvetle muhtemel ki onlar gibi tanıdık gelmeyecek ama gezip gördüğünüzde, tecrübeyle sabit ki tahminlerinizin ötesinde etkileyecek. "Adamlar bunları ta o zaman mı düşünmüş, vay be!" diye afallatacak.
SIFIRIN ÖZGÜRLÜĞÜ
"Otur! Sıfır!" şeklinde kâbuslara layık bir sözlüye çekilme çağrışımı olabilir ama iyi yanları da var sıfırın. Temizlenme, arınma, yüklerinden kurtulma... Yeniden başlama, özgürleşme hali bir yandan da sıfır. Beyaz sayfa.
"Sil baştan başlamak gerek bazen / Hayatı sıfırlamak..." Bunun lüzumlu olduğunu söyleyen, sadece Şebnem Ferah değil. Heinz Mack, Otto Piene ve Günther Uecker, 50'lerin ikinci yarısında Düsseldorf'ta, tam da bu kafada.
İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan çöküşe karşı daha aydınlık, daha dinamik bir gelecek hayaliyle yola çıkıyorlar. Sputnik 1'in dünya yörüngesine fırlatıldığı 1957'de. Hareketin adının ZERO konması, uzay yolculuklarının simgesi olan geri sayıma da gönderme...
Işığı, hareketi, boşluğu, zamanı, sesi, rengi (Beyazın 50 Tonu!) merkeze koyuyorlar. Radikal, ilham verici, bazen bozuk para/çivi/araba lastiği kadar gündelik malzemeler kullanıyor, işin içine teknolojiyi katıyor, geleneksel sanat anlayışını sıfırlıyorlar.
EGO DA SIFIRLANMIŞ!
Tek akşamlık sergiler düzenliyor, monokroma yani tek renge abanıyor, 'aerostatik heykel' adı altında yüzlerce balonu gökyüzüne uçuruyorlar. Elektrik motorlarını devreye sokan, titreşimle oynayan, projeksiyon çeşitlemelerine giren yine onlar. Duman ve ışıkla resim yapıyor, müzikli ve danslı mekân enstalasyonları gerçekleştiriyorlar.
Dünyanın her yanından katılanlarla acayip bir ağ (ve bağ) oluşuyor kısa zamanda. Yves Klein, Piero Manzoni, Lucio Fontana, hatta sevgili puantiye divası Yayoi Kusama... Birlikten güç alıyorlar. İmzaları ayırt etmek, bu falancanındır demek kolay değil. Bireysel ifadeye geçit yok çünkü!
Dertleri ünlü olmak değil, bu yolla ilişki, iletişim kurmak. 'Sanatçı' dediğimiz canlı türü çoğu zaman et ve kemik yerine egodan oluşuyorken, ZERO sakinleri belli ki egoyu da sıfırlıyor.
ERKENCİ HOROZ
Biraz 'erken öten horoz' sanki ZERO. O yıllarda çirkin, manasız, alınıp salona konamaz bulunuyor pek çok 'sıfırlamacı' eser. Koleksiyonerlerine 'Deli mi ne!' diye bakılıyor. O derece yenilikçi bir sanat akımı.
Sanat akımından ziyade bir düşünce biçimi, deniyor. Umutlu, iyimser, bencil değil paylaşımcı... Dinamik, enerjik, hem de en pozitifinden...
Son yıllarda tekrar bu denli popülerleşmesini acaba tam da bunlara olan ihtiyacımıza mı bağlamalı?
Sotheby's müzayedesinde çağdaş sanat için fahiş denebilecek fiyata alıcı bulabilmesinin, en makbul müzelerde peş peşe sergilenmesinin sebebi, sırrı ne?
Birileri karar veriyor, trend belirliyor ve düğmeye basıyor diye düşünebilirsiniz. Ama ZERO üstünden rant imkânı o kadar da fazla değil sanki.
Bazı işler sergilendikten sonra saklanmıyor, sökülüp atılıyor. Koca bir duvarı kaplayan kasa kasa biralar haftalarca içiliyor mesela! Pek çok iş biricik değil; ölçülere göre tekrardan inşa ediliyor.
Sanat piyasasından ziyade sanat tarihi için önemli ZERO hareketi, öyle diyor küratör Mattijs Visser.
EN SON OLAFUR ELIASON
Bütün bunları nereden öğrendik? Geçtiğimiz hafta Sakıp Sabancı Müzesi ve Akbank'ın davetlisi olarak ZERO keşfindeydik. Fikrin çıktığı Düsseldorf'tan başladık, oradan Amsterdam'a geçtik ve ummadığımız tazelikte işlerle karşılaştık.
Son yılların yıldız isimlerinden Olafur Eliasson'un Langen Foundation'daki sergisini gezince her şey yerine oturdu. ZERO'nun motoru olan üç kurucu sanatçının yollarını ayırdığı, bu avangard hareketin de sonu gelmiş göründüğü yılın ertesinde, 1967'de doğan Danimarkalı sanatçı, meğer basbayağı sıfırcıymış!
Işıklı, hareketli, adeta mıknatıslı ve fevkalade albenili işleri, tam da bu fikrin takipçisi... Ve de tekrar: Evet, vaktinden önce öten bir horoz ZERO.
Amsterdam Stedelijk Müzesi'ndeki sergi de her adımda bunu düşündürüyor. Çağdaş sanatın yaşattığı "Ne var, ben de yaparım!" cüreti, yine işbaşında. Ama adam bunu 50'lerde yapmış işte, geçmiş olsun!
Daha fazla imrendirmenin âlemi yok. Yolu Düsseldorf ya da Amsterdam'a düşecekleri iyi sergiler bekliyor. Ama 2 Eylül itibarıyla İstanbul'da olacakların hedefi de belli olmalı: Emirgan'daki Sakıp Sabancı Müzesi.
ZERO'yu dağıtmadan anlatmak için başrollerdeki isimlerin eserleri geliyor bize. 100'ün üstünde iş. Assolist de Heinz Mack'ın dev sütunları. Zamanı geldiğinde hatırlatırım yine; gidip görmeyenin de aklına şaşarım...