"Ah, marul, ah!" diye iç çeker Refik Halid Karay, "Seni yerken, ne olur yüreğimize tifo korkusu girmese. Marul bu itibarla insanlara hem arzu, hem korku veren satılık sokak kadınına benzer; yemezsen hevesi içte kalır, yersen gönlüne nedametle karışık üzüntüsü düşer. Teni görünüşte tertemiz, sapasağlam, süslü cilâlı, kıvırcık ve tadı lezzetli olan bu zehirli haspa, keşki mikrop sızmaz sağlam bir mahfaza içinde yaratılmış olsa idi; mesela bir hindistancevizi kabuğundan çıksa idi!" (Mutfak Zevkinin Son Günleri)
Haydaaa! Lafa neden marulla ve böyle bir alıntıyla başladık ki?
Çünkü bugün İstanbul'un Marul Bayramı...
Tekrar: Haydaaa! Niye ki?
Refik Halid'in korktuğu tifonun adı artık nasıl anılmıyorsa, marul da hayatımızdan öylece çıkmasın diye... Ya da genetiğiyle oynanarak önümüze gerçekten de hindistancevizi kabuğu içinde gelmesin diye... Ne kadar boğulsak ve boğuşsak da sevmekten vazgeçemediğimiz İstanbul'un kültürel mirasına ve coğrafyasına sahip çıkalım diye...
1938'DE DE "KUT LULANMIŞ"!
Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar'ı duymuşsunuzdur. Gerçek gıdanın peşine düşen, bu yolda çeşitli kampanyalar ve aktiviteler tasarlayan, Defne Koryürek liderliğinde bir grup. Lüfer Bayramı'nı da onlar akıl etmişti.
Marul Bayramı'nı canlandıran da onlar. 'İcad eden' değil çünkü eskiden düzenlendiğinin belgesi, kupürü var! Bir gazete haberinin başlığı "Yedikule, dün marul bayramını tes'id etti" diyor, tarih 30 Mayıs 1938. Tes'id etmek, kutlamak demek.
Spot ise şöyle: "Bir taraftan marullar yeniyor, bir taraftan da Yedikule hastanesinin kuruluş günü büyük neş'e içinde kutlulanıyordu." Evet, kutlulanmak!
İşte bugünden itibaren de mayıs ayının ikinci cumartesisi yani Anneler Günü arifesinde kutlulanacak İstanbul'un Marul Bayramı! Fide ekimi, tohum takası, söyleşiler, turlar olacak. Yedikule Bostanları'na bir hareket, bereket gelecek. Neden Yedikule peki?
BOSTAN, BAĞ, BAHÇE...
Yedikule Bostanları, İstanbul'un 1500 yıllık kentsel tarım alanı. Şaka değil, beşinci yüzyıla kadar geri gidebiliriz: II. Teodosios dönemi (1400'lerin ilk yarısı) surlarının içi nadiren yerleşim alanı olmuş tarihte; özellikle surlara paralel kısımlarda daha çok büyük bahçeler yer almış. Buralardaki bostanlar, şehrin sebze ihtiyacını karşılarmış ciddi ciddi.
Sadece ekip biçme değil, eğlence ayağı da var. Evliya Çelebi, Yedikule'yi İstanbul'un en rağbet gören mesire yerlerinden biri olarak sayıyor mesela.
Millet toplaşıyor, sosyalleşiyor. Baharda şenlikler düzenleniyor. Müzikler, oyunlar... Şerbetler, marullar...
Şenlikte marulun işi ne mi? Niye kıvırcık değil, roka değil, maydanoz değil de marul mu? Çünkü Yedikule marulu pek meşhur ve de (yaşımızı çaktırma pahasına) çocukluğumuz da dahil yıllar boyu İstanbul sofralarının nadide bir lezzeti.
KALIN YAPRAKLI VE TATLI
Özelliği ne peki Yedikule marulunun? Teni! Cildi! Rakiplerine göre daha göbekli, kalın yapraklı ve tatlı ama en ayırt edici hali, cildinin yağlı ve kaygan olması!
Refik Halid'e bağlanacak olursak tekrar, yıkandığı suyla olan ilişkisi, billur habbecikler, kubbecikler, ördek tüyleri derken yazar, marulu kesin seksi bir kadın olarak görüyor!
Yıllar öncesinden hatırlıyorum; salata dışında büyük bardaklara dizilir, bazen limonlu olarak kırt kırt da yenirdi. Pek tatlıydı ve evet, duştan sonra bebe yağı sürülmüş gibiydi!
Sonra giderek Yedikule'de bostanlar da marullar da azaldı. Bir lezzet daha yavaş yavaş bizden uzaklaşır oldu.
Halbuki Yedikule marulu İstanbul ve İstanbulluluk demek; tarihimiz, kültürümüz, çocukluğumuz, anılarımız, sofralarımız demek. Damak hafızamız demek. Kolay vazgeçemeyiz. O yüzden işte bu Marul Bayramı.
Bugün programda Necdet Sakaoğlu'yla İstanbul'un bahar şenlikleri, mesire yerleri, bağ ve bostanları sohbeti var. Faruk Pekin ve Hayri Fehmi Yılmaz rehberliğinde Yedikule turu. Akabinde fide ekimi ve bir bostan hikâyesi, bir marul resmi ya da Yedikule maruluna dair bir anıyla tohum takası var. Sonrası şölen...
Biz hafta içinde Şemsa Denizsel mihmandarlığında gittik Yedikule Bostanları'na. Master- Card'ın 'Paha Biçilemez İstanbul' projesini duymuş olabilirsiniz; bu yıl onu lezzet üstünden yürütüyorlar. İstanbul'un paha biçilemez tatları da bol çünkü.
İşte onun siftah gezisinin önderi, ağız tadına meraklı olanların illa ki adını duyduğu Şemsa Denizsel'di. İlk durağımız da Yedikule Bostanları.
Üç nesildir aynı bostanda ekim yapan Ahmet Öztürk'le hasbıhal ettik.
Tohum, sulama, yol, hava kirliliği, pazar ihtiyacı, para pul kaygısı; bunları birbiriyle kavga ettirmeden yürütmek zor zanaat. Ama pazıların körpeliğine, turpların çıtırlığına, Şemsa'nın Kantin için buradan ürün alacak olmasına bakarak söyleyebiliriz: Zoru başarıyor ve bunu sürdürüyor.
Nice bayramlara sevgili marul, diye bitirelim. Hep birlikte!