'Aaah ah, eski bayramlar ne de güzeldi' nostaljisi yapacak yaşımıza daha var. Yüklü harçlık alıp şuursuz tatlı yiyebildiğimiz çocukluk bayramlarının kalbimizde yeri ayrı tabii ama şimdikilerden yana şikâyette bulunursak da nankörlük olur. Hele ki ilk günü salıya denk gelen bir Kurban Bayramı'na laf eden çarpılır! Fakat şöyle bir artısı var eski bayramların: Magazini daha bolmuş! Falancanın kaçamağı, filancanın gafı şeklindeki gündelik magazinden bazen insana fenalık geliyor. Ve eskiden, iyice eskilerden, Osmanlı'dan gelen böyle başka model magazin ayrı bir haz veriyor. Ebru Şallı'yla Sinan Akçıl el ele tutuştu mu... Yeni Kıvanç Tatlıtuğ; Çağatay Ulusoy mu, Kerem Bürsin mi? Bunlar biraz bekleyebilir. Manitaya koç göndermenin adabı neymiş, şurada Kurban Bayramı'na üç kala, biz ona bakalım! Sermet Muhtar Alus lezzetiyle gelsin: "Kapıya gelişi Beyazıd Meydanı'na, Fatih'e, yangın yerleri arsalarına biriken koçlardan belli olurdu. Başlarında gocuklu, kepenekli Arnavut celepler, çobanlar bulunan sürüler; birbirlerine karışmasın diye sırtları al, mavi, yeşil boyalı kümeler; etrafta da bir yığın küfeli hamal. İlk günler fiyatları pahalıca olurdu. Cılızları 5 mecidiyeden başlamada; mutlak muvafıkları 8, 10, 12 mecidiye. Arife günü, hele akşama doğru, akşam pazarı hesabı piyasa hayli düşerdi. Hamallara yükleyip peşlerinden revan olan olana. Selâtinlik, saraylık, vükelâlık, bir de nikâhlılık koçların maşallahı vardı. Hepsi de iri, gelişmiş, azman Sakız koçu. Bunlar sürü mürü harcı değil. Erbabı, daha kuzu iken gözünün karasını, burnunun tümseğini, geyreklerini iyice yokladıktan sonra almış. Rüstem, Dilâver, Şahin misillû ad takarak evlâd gibi, fıstık üzümle büyütmüş. Haftada bir iki gün yanına katıp cami avlularında, başka meraklılarınkilerle boy ölçtürmüş; iki yaşını bulunca da satılığa çıkarmış. Pahaları en aşağı 10 altına idi. İçlerinden en şahaneleri padişahlık. Binaenaleyh en seçme ve iri kıyımlardan 20 adedini hazine-i hassaya taşırlar, sarı liraları ceplere atarlardı. Bakiyeleri şehzade ve sultan saraylarına, geride kalanlar vükelâ konaklarına, alt tarafı da yakında güvey girecek mahdum beylerden nikâhlılarına. Delikanlı canibinden helâlına koç göndermenin usûl ve erkânı vardı. Kılı kırk yaranlar lâakal bir ay evvel, hünkârlık münkârlık olmadan hayvanı edinir, gene fıstık üzümle bir kat daha tavlandırır, biçareyi eni boyu bir ülema beygiri kılığına sokardı. Kurbana iki üç gün mü kaldı, önce Arap sabunile, sonra Hacı Cemali ile yıka babam yıka. Kar beyaz tüyleri seyrek dişli sakal tarağile mükemmelen tarayıp aslan yelesi gibi kabarttıktan sonra alnına, arkasına lâl şekerci boyasından süsler; boynuzlarına varak yaldızlar; başına kırmızı papaziden ve iki yanı kırmızı, pembe kurdelâlarla fiyangolu hotoz veya duvak; şakaklarına birer tutam gelin teli. Haydi atları gösterişli, boyası yolunda, dingilleri sağlam bir faytonun içine. Yanına da efendi kılıklı, rabıtalı halli, emin bir kişi; doğru tazenin evine. Onlar da hazırlıklı. Bir ipekli erkek mendilinin ucuna, mürüvvete göre bir veya iki lira bağlamışlar. Koç tesellüm edilir edilmez: 'Kusura bakma efendicağızım' fısıltısiyle mendil usuletle adamın cebine. Arife günü Beyazıd'dan, Tophane'den, Beşiktaş açığındaki Utarit karakol gemisinden 21 pare ikindi topları atıldıktan sonra rahmetlilerin kurbanları kesilirdi. Bu, tamamiyle fakir fıkaralık. Ekseriyet habbe miktarını alıkoymaz dağıtırsa da o akşam yemeğine bolca kavurmalık ayıranlar da bulunurdu. Asıl kurban kesiş bayramın ilk günü, namazdan döner dönmez. Gene şartı şurtu mevcut. Bu iş hemen daima kâhya efendiye, baş ağaya, emektar taya veya süt nine ayallerine muhavvel. Abdest alıp kurbanı kesileceklerden her birinin, en büyüğünden başlayarak ayrı ayrı vekâletini alırlar, haremdekiler için mabeyin kapısının önüne gelip aralıktan sorarlardı: 'Tarafınızdan vekiliniz olup kurbanınızı keseyim mi?' 'Kesiniz!...' Cevabı verildi mi tamam... Şu da var ki işe sabah sabah başlanacağından alaca karanlıkta ifade almak lâzım. Sinirli ve gece uykusu tedirgini hanımefendilerin, öğlelere kadar uyuyan kerime ve mahdumların vekâletleri bir gece evvelden aradan çıkarılırdı. İlk vazifesini savan vekil efendi ceketini atıp kolları sıvar, beline yollu peştimalı dolar, çukurun başına gelir. Bir kenarda bilenmiş bıçaklar, satırlar. Bir kenarda öd ağacı yanan buhurdan; yanında değirmi değirmi, bir sere eninde verev katlanmış salaşpurlar; gül suyu şişesi; kâse dolusu tuz. Koçun yüzüne gözüne gül suyu serpildikten, ağzına tuz sunulduktan, gözleri de salaşpurla sarıldıktan sonra (kanlı bezleri kul- lanıp hayvancağıza kan kokusu duyurmak kat'iyyen mekruh) tepinerek kolay can versin diye bir ayağı bırakılıp üçü bağlandı mı, tekbirle sahibinin nâmına kurban edildi gitti. Bir bacağından üfleye üfleye şişirilip yüzüldükten ve ağaç dalına, duvardaki çengele asılıp ortadan ikiye bölündükten sonra sağ tarafı fukaraya, tekkelere, medreselere, imaretlere, komşulara; sol tarafı da çamaşır leğenleriyle eve... Postekilerin en tok ve tüylüleri kaşla göz arasında kâhyanın, ağaefendinin, ahçıbaşının; geride kalanlar da Hicaz hattına toplayıcı Belediye kavaslarının. Artık her konakta, her evde gelsin lop etlerden kavurma, inciklerden tatlı yahni, kemikli taraflardan sarmısaklı yahni, ciğerlerden külbastı ve tava, işkembelerden çorba, bumbarlardan dolma, paçalardan donma. Kaç erkek ahçı bulunursa bulunsun, faaliyet harem bölüğü mutfağında. Bu işler hep ekdi büktü, çırak çıkmış kalfa, eski bacılarda. Kurban etini pek taze et olduğu için midesi ve barsakları zayıflara imtilâ karın ağrısı yapışını, avuç avuç karbonatlara, papatya menkularına, zamk-ı arabî sularına yanaşışlarını da unutmayalım. Büyük konaklardan aldıklarının kavurmasını, kıymasını yapıp toprak kavanozlarda senesine kadar idare eden yoksullar sayısızdı." Sermet Muhtar Alus'un 'Kurban Bayramları' başlıklı bu yazısı, Akşam gazetesindeki 'Eski Günlerde' köşesinde 23 Ocak 1940'ta yayımlanmış. Sermet Muhtar Alus / İstanbul Yazıları kitabından (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, 1994) ödünç aldım. Şimdiden iyi bayramlar.