Çocuk ve genç psikiyatrisinin yıllık toplantısı için Amerika'dayım. Uçaktan inerken form doldurtmadılar, girişte termal kamera da yoktu. Ama tüm görünen yerlere, grip için kocaman uyarılar asılmıştı. Bunlar da nasıl korunulacağına, ne olduğuna ilişkin bilgiler içeriyordu. Havaalanları ve kalabalık olan her yere konulmuş el sterilizasyon maddesi içeren makineler dikkat çekiciydi. Gazeteler gripten, korunma yollarından bahsediyordu. Gazetelerde korunma paniği nedeniyle oluşan öpüşmeme, kucaklaşmama hatta spor salonlarına gitmeme davranışlarının yaşamı nasıl etkilediği anlatılıyordu. Uzmanlar, ilaç kontrol merkezi, hastalık ve aşı hakkında bilgiler veriyordu. Ve herkes aşı için kasım ayının ilk haftasını bekliyordu. Bunlar bizim ülkemizdekine benzeyen çalışmalardı. Bizde olup, onlarda olmayan ne vardı? Aşının zararlarını anlatan ve saatler süren tartışma programları, panik yaratacak gazete haberleri ve en önemlisi "Sakın aşı olmayın!" diye konuşan doktorlar yoktu. Ülkemden ayrılırken beni en çok rahatsız eden, tıp doktoru olan kişilerin konunun uzmanı doktorlara rağmen insanlara kolayca aşı olmamaları gerektiğini söylemeleriydi. Kendi alanları olmayan bir konuda bu kadar rahat bu sorumluluğu almaları beni şaşırttı. Hele bunların yazılı ve görsel basında hiç değerlendirilmeden "Uzmanlar diyor ki..." başlığıyla verilmesi daha da vahim bir durum. İnsanların aklını karıştıran, panik yaratan bu durumla baş etmek zor. Aynı uzmanlar hiçbir ilacın kullanılmamasını da söylüyor. Siyasilerin, siyasi sorumluluklarını unutup, sağlık üzerinden politika yapmaları bile etik olarak ciddi bir sorunken, doktorların ortada bir hastalık varken, üstelik tehlikeli ve ölümcül olabilirken bu denli kolay "Tedavi olmayın," ya da "Aşı yaptırmayın," demeleri gerçekten anlaşılmaz. Gerçi, "Haydi çocuklar aşıya!" kampanyaları yapan, korunulabilen bir hastalık olan kızamıktan çok yüksek oranlarda çocuğun hayatını kaybettiği, kızamık sonrası oluşan başka sorunlu çocuklarla uğraşan bir ülkede çocuklara "Kızamık aşısı yaptırmayın," manşetleri attıran doktorlar olmuştu. Buna rağmen; bir hekim olarak böylesi bir yaşamsal sorumluluğun nasıl kolayca göze alındığını hâlâ anlayamıyorum. Bir tıp doktoruyum, ama kimseye kolayca "Ameliyat ol ya da olma," diyemem. Çünkü benim alanım psikiyatri. Böyle bir sorumluluğu alamam. Bu nedenle, hele Amerika gezisinden sonra "Haydi çocuklar aşıya," diyemiyorum, ama bu konuda uzman olan hekimlere danışın, sizin ya da çocuğunuzun risk altında olup olmadığını onlara sorun ve onlara güvenin diyebilirim. Hastalıktan korunun, çocuklarınızı koruyun da diyebilirim. Risk altındaysanız hem kendiniz hem de onları aşılatın da diyebilirim. Hatta kendi sağlığınız ve çocuklarınızın sağlığını gazete haberleri, televizyon programlarıyla değil, o konuda uzman, güvenilir hekimlerle koruyun da diyebilirim. Her yıl diğer grip aşısını yaptırıyorum ve yakınlarıma yapıyorum. Bu aşı için de aynı şeyi yapacağım. Eğer risk altındaysam ve yakınlarım da öyleyse aşı olacağım, onlara da yaptıracağım. Yoksa sağlığımı korumak için uzmanları dinleyeceğim.
TOPLANTI NOTLARINDAN
Beş gün süren toplantıda yeni neler vardı? Birçok ülkenin ortak sorunu olan genç intiharları tartışıldı. Ailelerin ve okulların intihara neden olabilecek psikiyatrik hastalıkları tanıyamamalarından ve sosyal sorunların artmasından kaynaklanan genç ölümlerinin nasıl engellenebileceği, dünyanın her yerinden gelen psikiyatristlerce tartışıldı. Aileler, eğitimciler ve gençlerin bu konuda eğitilmelerinin öneminden konuşuldu. Madde bağımlılığının çocuk ve gençlerde oluşturduğu tahribatlar yeniden gözden geçirildi. Ve bütün hastalıkların tedavisinde en önemli unsurun ailenin, çocuğun ve gencin hastalığı tanıması, nasıl baş edeceklerini bilmeleri olduğu konusunda fikir birliğine varıldı. Ayrıca aile içi şiddet ve çocukların uğradığı şiddetin yanı sıra, çocuklar arasında artan şiddetin nedenleri ve sonuçları tartışıldı. En gelişmişinden, en geri kalmışına kadar ülkelerin ortak sorununun kadınları ve çocukları tüm dünyada gittikçe artan şiddetten nasıl koru-yacağımız olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Çünkü şekli, şiddeti, sayısı değişse de şiddet, her ülkede ilk olarak kadınları ve çocukları hedef alıyor. Toplantı dışındaki zamanlarda bizim çocuk yetiştirme sistemimizin kulaklarını sık sık çınlattım. Cicili bicili, temiz kıyafetleriyle kumlarda oynayan çocukları izlerken, "Üstünü kirleteceksin, yaramazlık yapmayın," diye bağıran anneleri duymadığımda ülkemi hatırlayıp gülümsedim. Sabah kahvaltılarında iki yaşından itibaren tüm çocukların önlerine kahvaltı koyan ve çatalları ellerine veren anneleri izlerken, gözüm çocukların peşinden masaların arasında ellerinde çatalla koşan, "Bu bitecek," diye kızan, "Yine bir şey yemedi," diye gereksiz üzülen bizim annelerimizi düşündüm. Değiştirmemiz gereken çok şey olduğunu bir kez daha fark ettim. Öte yandan sokaklarda bazı gençleri görüp, bizim gençlerimizle övündüm. Onlara biraz daha iyi olanaklar sağlayabilsek daha neler başarabileceklerini düşünerek umutlandım. Kısacası ülkemi özledim.