Boğaziçi Üniversitesi Kilyos Sarıtepe Kampüsü'nün bir parçası olan ve Mezunlar Derneği tarafından işletilen BURC Beach adlı bir tesis vardır. Burada plaj, lokanta, kafe, su sporları merkezi yer alır.
Üniversitemizin Rektörü Prof. Dr. Mehmed Özkan sağ olsun geçenlerde BURC'a giriş kartı gönderdi. Ben de yakın bir arkadaşımı alıp pazartesi günü Kilyos'un yolunu tuttum.
Hafta içi olduğundan BURC tenhaydı. Ancak bir başka neden daha vardı: Rüzgar kuzeyden esiyor, inatçı Karadeniz dalgaları, incecik kumlu sahili tokatlayıp duruyordu. Yani yüzmek mümkün değildi. Cesaret gösterisi yapmaya kalkışanlara da cankurtaranlar izin vermiyordu.
Evet, ortalıkta az insan vardı ama ortam gayet gürültülüydü. Niye mi? Dalgalar yüzünden... Okyanus kenarı gibi olmasa da desibeli hayli yüksekti dalgaların. Böylesine rüzgarlı bir deniz, 'kiteboard' ya da 'kitesurf' denilen uçurtma sörfü yapanlar için çok uygundu. Onların Kilyos sahilinde oluşturdukları renkli görüntüleri izledik. Bir şeyler atıştırdık. Lak lak ettik.
Sonra ne oldu biliyor musunuz? Denizden yükselen onca gürültüye rağmen uykumuz geldi. Kıyıyı döven dalgaların yüksek oktavlı homurtuları eşliğinde kendimizden geçtik.
Böyle bir şey nasıl oldu? Aslında nedeni basit: Renkli sesler sayesinde...
İnsanlara kah rahatlık, gevşeme, uyku hissi veren ya da tam tersine beyni açan, masa üstü çalışmaya şevk katan seslerin (gürültülerin) adları var: Beyaz Ses, Pembe Ses gibi...
İşin sırrı şurada: Bu seslerin dalgaları, beynimizin dalgaları ile ahenk kurduğunda, insanın o sırada yapmakta olduğu işe katkıda bulunuyorlar.
Örneğin deniz dalgaları, yağmur damlaları, rüzgarın sürekli esmesi, uçakta seyahat, hatta (tercihen yan odadan gelen) elektrik süpürgesinin vınlamasına Beyaz Ses deniyor. Bu sesler insanların rahatlamasına ve uyumasına yol açıyor. Mesela ben en çok yağmur sesini seviyorum.
İşte bizi BURC'ta gevşeten ve uyutan buydu: Kilyos dalgalarının ve aynı anda esen Karadeniz rüzgarının önce gürültü gibi gelen ama zamanla ninniye dönüşen Beyaz Sesi.
Hatta arkadaşım, "Denize giremesek de, ne iyi oldu da buraya geldik, çok gevşetici bir gün oldu" dedi.
Not 1: Çalışırken beyninizin daha etkin olması için Pembe Ses öneriliyor. Olabilir ancak ben henüz denemedim.
Not 2: Merak edenler bu seslere, YouTube'a "white noise" veya "pink noise" yazarak ulaşabilirler.
***
ÖTV oluyor da, öpt niye olmuyor
Uzun yıllar var ki kuş dili konuşanı duymadım. Gençlerin, hecelerin sonuna ge, gi veya se, si, gibi ekler getirerek diyalog kurdukları bir tür konuşmaydı.
Kuş dili işlev olarak argoya benzer. Amacı büyüklerin ve dedikoducu kardeşlerin neler söylendiğini anlamamasıdır.
Bugün Twitter'dan WhatsApp'a her türlü mesajlaşmada kullanılan dilin hedefi ise tam tersi: Herkes anlaşılmak istiyor. (Aralarında konuşmak isteyenler zaten özel kanala geçiyor.)
Sosyal medya gençlerinin etkisi altında oldukları tek prensip var: Hız. Çünkü dijital teknoloji mantığı gereği insanların sabırsızlık hissini kaşıyor.
Bundan 15-20 yıl önce, 'sıkılma katsayısı' açısından, oran üçe birdi. Yani kağıtta üç sayfa okuyup sıkılan, ekranda bir sayfaya dayanabiliyordu. Artık fark daha da artmış durumda.
Maruzatın neyse en kısa bir şekilde yazmak durumundasın. Lafı uzatırsan kimse okumaz.
Bu da beraberinde kısaltmalara başvurmayı gerektiriyor. Örneğin merhaba yerine 'mrb', teşekkür ederim yerine 'tşk', Allah'a emanet ol yerine 'aeo' yazıp geçiyorlar...
Bu yazı tarzı, ilk akıllı telefonunu yaş kemale erdikten sonra edinmiş, mesajlara mektup hatta dilekçe ('istida' derler!) muamelesi yapan orta yaşlılara anlaşılmaz geliyor. Yoksa dijital teknolojinin içine doğmuş gençler için çok basit... (Anlamadıkları işe niye karışırlar, ben de bunu anlamıyorum.)
'Akbil' kısaltma değil mi? 'WC', 'As. İz.', 'Fak-Fuk Fon' kısaltma değil mi? Bunlar dili erozyona uğratmıyor da, 'slm' mi uğratıyor?
Not 1: Türk Dil Kurumu'nun internette, yüzlerce kısaltmanın yer aldığı bir dizin sayfası var. Oradaki kısaltmaların en az yarısının anlamını bilmememize rağmen kızmıyoruz da, gençlere niye kızıyoruz?
Not 2: Yabancı kelimelere takanlar, hayatlarında hiç sözlük karıştırmadılar mı? Yahu dilimiz Arapça, Farsça, İtalyanca, Fransızca, Rumca kelime dolu. Onlara takmıyorsunuz da niye İngilizcelere takıyorsunuz? Biraz sabredin, onlar da Türkçeleşecek.
***
Köpekler için sesli kitap
Geçen haftaki kedi ve köpeklerdeki (sevgi hormonu) oksitosin ile ilgili yazım bazılarını kızdırmış. Madem okuduklarını anlamıyor, bilimin romantizm balonlarını patlatmasına sinirleniyorlar; beter olsunlar! Bana gelince... "O bu, bu mu" derseniz, köpeği tercih ederim. Kediyi de gerçekten severim ama kendimi ona sevdirmeye çalışmam.
Kedi, köpekten daha başarılı bir canlıdır. Arkeolojik çalışmalar, binlerce yıllık evrim sürecinde 14 köpek cinsinin yok olduğunu, kedinin ise değişime ayak uydurduğunu gösteriyor.
Kedi tam olarak evcilleşmediği için köpek derecesinde eğitilemez. Hayatım boyunca sürüyle sirk izledim, envaiçeşit hayvan vardı, kedilerle yapılan sadece tek bir gösteri hatırlıyorum.
Bir de haber: Amazon firması, ABD'nin ünlü köpek eğitmeni Cesar Millan ile anlaşmış. Köpekler için 'sesli kitap' yayınlayacakmış.
***
Yanığa karşı limonata
Geçen gün aSPOR'u izliyorum. Olayları renkli bir dille yorumlayan Erman Toroğlu limonun faydalarını anlatmaya başladı. Laf arasında "Güneş yanığına da iyi gelir" dedi ki ben duymamıştım.
Araştırdım, öyleymiş: Bir limonu sıkıp bire altı-yedi oranında suyla karıştırıyorsunuz. Sonra bu şekersiz limonatayı bir bezle yanan yerlere sürüyorsunuz. Ancak öyle bırakmıyor, 10-15 dakika sonra serin suyla yıkıyorsunuz. Limonatayı dondurup elde ettiğiniz buzu da yanan yerlere sürebilirsiniz.
Bir de yoğurt tartışması var: Güneş yanığını alması için yoğurt sürülür mü? Sürülür ama şöyle: Buzdolabından çıkardığınız yoğurdu yanıklara sürdükten yirmi dakika kadar sonra serin suyla yıkayacaksınız. Yoğurt kurursa daha fazla acı çektirebilir. (Tecrübeyle sabittir.)
Not: Bu konu aklıma Hükümetin 10 günlük bayram tatili kararıyla geldi. Okurlar velinimetimizdir; yanmalarını istemem.