Evet, tam da bugün... Birleşmiş Milletler'e kabul edilişinin 10'uncu yılına giriyormuş Karadağ... Bir bunu, bir de (tabii bizim için çok çok daha önemlisi) vizesizliğini fırsat bilelim (malum bayram üstü azap işkence bu vize işlemleri) ve Montenegro/ Karadağ izlenimlerimizi paylaşalım. Zira kolaycacık, yakıncacık, pırıl denizli ve de adından dolayı çikolata çağrışımlı pek tatlı bir destinasyon burası. İstanbul Atatürk Havalimanı'ndan uçağa bindiğinizde, bir buçuk saat sonra Podgorica'da iniyorsunuz. Adeta Dalaman burası, sıfır yabancılık hissettiren bir kasaba havaalanı... Zaten de ülkenin tamamının (daha Batılı ve havalı adıyla Montenegro, daha bizden olanla Karadağ) nüfusu Küçükçekmece kadarmış! Böyle miniminnacık bir ülke... Otomobil kiralayıp yeşilliklerin içinden ilerlemek en iyisi, deli benzin masrafı çıkarıp da bütçeyi çökertecek bir durum yok zira. Biz öyle yapıyoruz ve ver elini Budva, diyoruz.
KORİDOR SOKAKLAR ADETA PODYUM
Budva, denizi ve piyasasıyla Karadağ'ın Bodrum'u. Adriyatik'in Ege'den çok farkı yok; suyun sıcaklığı da, tuzu da alışık olduğumuz gibi. Eski şehrin surları iyi korunmuş. Arada çok hoş taş yapılar var. Koridorumsu dar sokaklarda dolanarak, açık hava kahvelerinde etrafı seyrederek vakit su gibi akıyor. Seyirlik malzeme bol: Olağanüstü (ama hakikaten olağanın yarım metre üstü) bacaklı kızların haddi hesabı yok. Bizim toplam boyumuz kadar olan bu (ayrıca da ekstra düzgün) bacaklar; özellikle hafta sonları, iki karışlık fetiş ayakkabılarının üstünde, eski şehrin merkezinde arzı endam ediyor. Yakınlardan (mesela Sırbistan) görüp görünmeye (ve keşfedilmeye) gelen potansiyel Ivana Sert'lerle dolu etraf. Daimi podyum, daimi defile hali...
BALIKÇI KÖYÜ= SOSYETE KOYU
Elizabeth Taylor'ın, Marilyn Monroe'nun müdavim olduğu bir yerde denize girmek istemez misiniz? Sveti Stefan, Budva'nın sembol noktalarından. Denizin üstünde, göz kamaştıran bir sanat eseri sanki... Eskiden bir balıkçı köyüymüş burası. 15. yüzyılda adacığı surlarla çevirmişler, korsanlar geldiğinde civardaki köylüler buraya sığınmış. Sonrasında da balıkçı ailelerinin yuvası olmuş. 19. yüzyıla kadar böyle. Derken çoğalan nüfus sığamayıp taşınmaya karar vermiş. Sonrası Sveti yani Aziz Stefan'ın, önce aristokratlar sonra burjuvalar için mesire yerine dönüşme süreci. 1930'larda Sırp kraliçesinin kasrı yapılıyor yakınlardaki Milocer'de. 1960 ve 70'lerdeyse ünlülerin ve zenginlerin favorisi oluyor. Kimler kimler: Elizabeth Taylor, Sophia Loren, Marilyn Monroe, Orson Welles, Prenses Margaret... 90'larda bu sükseli hali bitiyor ama sonra 2007'de lüks otel zinciri Aman Resorts tarafından 30 yıllığına kiralanıyor. Güzeller güzeli taş yapılar restore ve renove edilip 2008'de açılıyor. Halka kapanarak ve de tabii fiyatlar biraz uçarak!
ORTA ÇAĞLI KOTOR
Kotor, saatlerce kaybolmaktan şikâyetçi olunmayacak masalsı bir yer. Akşam güneş batarken ayrı büyülü, gece olup da ışıklandırıldığında aldığı mücevherat görüntüsüyle ayrı efsunlu... Ortaçağ kokan, taştan bir çekim alanı. St. Lucas Sırp Ortodoks Kilisesi meydanında konser dinlemenin hazzı büyük. Ama önümüz yaz ve konser yeterince serinletmez insanı. Karadağ'da arabayla dolaştığınızda yukarıdan dantel gibi görünen plajlar var: Jaz, Milocer, Sveti Stefan, Przno, Becici... Bir de bizim topraklarda hep hayalini kurduğumuz bir imkân var: Plaj olmasa da, hemen oracıktaki pırıl denize zahmetsizce girilsin diye yolun kenarına yapılmış basamaklar... Hayatı kolaylaştıran, güzelleştiren bir uygulama bu. Zaten tatlı bir semt olan Perast'ın bir de bu özelliği onu ayrı sevdiriyor.
NE YEMELİ?
Montenegro bana hep bir çikolata/gofret/frigo markası ya da çikolatalı sufle/bomba/volkan benzeri tatlı adı gibi geliyor. Peki ne yiyeceğiz Montenegro'da? Köfteleriyle çok övünüyorlar; haksız da sayılmazlar. Bölgenin etleri hakikaten lezzetli... Cevapcici bizim İnegöl köfteye çok yakın. Pleskavica ise daha haşmetli, daha tatmin edici bir arkadaş. Künefe modeli (çapı bazen bir karışı geçiyor) tek parçalık bir köfte, ayrıca genellikle daha baharatlı. Plajdasınız, şezlongdasınız ve vejetaryensiniz. O zaman ne yiyeceksiniz? Kukuruz! Bizim lokmayla pişi arası bir hamurları da var üstüne pudra şekeri ya da çikolata sosu gezdirip plajda dolaştırdıkları ama mısırları bir başka: Şaşırtıcı derecede sütlü. Adıyla da tadıyla da tavlıyor insanı mısır yani kukuruz!