Ne çok ölüm haberi aldık şu sıra…
Hepsi tanıdık, hepsi dost ve ahbap…
Şu kış ayları ölüm ayları mıdır nedir?
Rahmetli ninem "Yaprak dökümü ile ağaçlara su yürüme zamanı ölümler artar" derdi hep.
Sahi, var mıdır böyle bir şey?
Var mıdır ölüm mevsimi?
***
Sevdiğimiz ünlüler de sanki sözleşmiş gibi gitti tek tek.
Türkücü
Kamil Sönmez, futbolcu
Arif Peçenek, yönetmen
Savaş Akova, yazar
İsmet Kür, çocukların
'Deprem Dede'si
Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara, Prof. Dr. Toktamış Ateş, rejisör
İsmet Hürmüzlü, ressam
Burhan Doğançay, sinema sanatçısı
Alev Sururi, piyanist şantör
Ferdi Özbeğen, yazar
Metin Kaçan, gazeteci
Mehmet Ali Birand, ses sanatçısı
Müslüm Gürses, tiyatro sanatçısı
Metin Serezli ve Kemal Sunal filmlerinin değişmez ismi
Dinçer Çekmez…
Onların gidişiyle 2013'ün ilk üç ayında sanat ve medya dünyası yasa boğuldu.
***
Yazıyı kurgularken, 19'uncu kattaki odamdan dışarıya bakıyorum.
Kasvet dolu bir hava var.
Yoğun sis güneşe engel olmuş, masmavi gökyüzü şimdi kül rengine dönmüş.
Böyle havalar karartır içimi.
Yüreğim daralır.
Odamdaki çiçekler bile hüzünlü…
Ölüm…
Adı bile soğuk…
Ama hayatın bir gerçeği…
Ne çok sevdiğimi aldı benden…
Çok can yaktı bu dört harfli kelime…
Ne diyelim…
Allah sıralısını versin…
***
Fransız yazar Montaigne,
"Ölümün bizi nerede beklediği belli değil, iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim" demişti.
Buz gibi ama gerçek.
Bazılarımız sanki hiç ölmeyecekmiş, sanki ölümsüzlük hapı içmiş gibi yaşıyor.
Dünya işlerine öylesine sarılmışlar ki…
Öylesine umarsızlar ki ölüme karşı…
Ansızın gelince ölüm, şaşırmaya bile vakitleri olmayacak.
***
Dışarıdaki puslu manzaraya bakarken,
Dünyayı takmayan kalender şair
Ömer
Hayyam'ı hatırladım.
Servetiyle, makamıyla övünenler geldi aklıma.
Hayyam bu gibilere,
Yani kibirlerini ve cahilliklerini kıyafet ve mal mülkle örten zavallılara ne güzel seslenmişti:
"İnsan bastığı toprağı hor görmemeli
Kim bilir hangi güzeldir, hangi sevgili
Duvara koyduğun kerpiç yok mu, kerpiç?
Ya bir şah kafasıdır, ya bir vezir eli!"
***
Evim caminin yanında.
Bazı sabahlar sala sesiyle uyanırım.
O an buz keser yüreğim…
Çünkü kulaklarıma acı feryatlar dolar.
Sonra odanın tam ortasında boylu boyunca yatırılmış, üzerine de beyaz çarşaf örtülmüş bir cenaze gelir gözümün önüne…
Bu
'anacığım' olur bazen,
Bazen de
babam…
Ya da
Naciye teyzem…
Arkadaşlarım, akrabalarım ve komşularım olur…
Ondan sonra film kopar…
Gözlerim nemlenir, gizli gizli ağlarım.
Canlarımı düşünmek bile istemem…
***
En acı ölümdür yanarak ölmek…
Gurbetçi Soykan ailesi alevlerin arasında kaldı.
Onlarla birlikte yüreğimiz de yandı.
Stuttgart'ta eski bir fabrikadan bozma evde çıkan o feci yangın,
Fedakâr anne
Nazlı Özcan Soykan ile çocukları
Hatice, Yılmaz, Abdülkadir, İzzet, Yasin, Ahmet ve
Murat'ı yutmuş…
Sözün bittiği yer tam burasıdır…
Demek ki ölümün de hayırlısı...