Nükte Arapça'da 'ince, manalı, zarif ve şakalı söz' anlamına geliyor. Elbette, nükte fıkra ve şaka ile bağlantılı bir sözcük. Ama aynı şey değil, sadece bazı fıkra ve şakalar nükteli sayılabilir.
Nüktedan ise hem ince ve zarif olmayı, sözü manalı bir şekilde nükte ile ifade etmeyi bilen kişi anlamında. Bazen düşünüyorum da; siyasette, ticarette, edebiyatta, gazetecilik mesleğinde ve genel olarak her alanda, 'nükte' ne çok ağır basıyordu gündelik hayatta. Nüktedan kişilikler ise hep başımızın tacı oluyordu. Şimdi hayat durmadan gerildikçe, nüktedanlık da yitiriliyor sanki.
Bakın, geçmişin entellektüel hayatından, nüktedanlık örnekleri verelim birkaç tane:
***
Şiirimizde sembolizmin öncülerinden, hani şu
"Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden" dizesiyle başlayan Merdiven şiirinin şairi
Ahmet Haşim (1884-1933), çok nüktedan bir kişiymiş. Günümüze ulaşan nükteli bir anlatıyı aktaralım:
Ahmet Haşim ile yazar
Yakup Kadri, bir berberde tıraş oluyor, bir yandan da sohbet ediyorlarmış. Onları dinleyen berber bir ara durup:
"Efendiler, kusura bakmayın ama," demiş; "Söylediğiniz sözleri anlıyorum, fakat ne demek istediğinizi anlamıyorum!"
Bunun üzerine Haşim, Yakup Kadri'ye dönerek:
"Yakup," demiş, "İşte bizi en iyi anlayan adam bu."
***
Haşim ile aynı kuşaktan, şiirimizin büyük ismi
Yahya Kemal de (1884-1958) tam bir nüktedanmış:
Cumhuriyet'in Onuncu Yıldönümü'nde (şimdi de çok olduğu gibi) coşan hatiplerden biri:
"On yılda Avrupa'yı on asır geride bıraktık," deyince, Yahya Kemal yanındakine dönmüş:
"Yahu," demiş; "Şu Avrupa ile bir türlü berabere olamadık... Ya geri kalıyoruz ya da geride bırakıyoruz."
Başka bir örnek;
Ankara Treni'nin yemek salonunda yenilip içilirken, biri Yahya Kemal'e sormuş:
"Acaba bu memleketin ne kadar aydını var dersiniz?"
Yahya Kemal:
"İki vagon," demiş; "Biri Haydarpaşa'dan Ankara'ya giderken, öbürü Ankara'dan Haydarpaşa'ya döner."
***
Gelelim
Nurullah Ataç'a. (1898- 1957). Bir zamanların Öztürkçe savaşçısı. Dilci. Eleştirmen. Hatta
'en tam edebiyatçı' unvanı almış, çok renkli, zeki bir kişilik.
Yahya Kemal, bir gün yine 'Beş Şehir'in yazarı ünlü edebiyatçı
Ahmet Hamdi Tanpınar için:
"O" demiş; "Benim mısralarıma basıp yükselmek istiyor."
Bunu duyan Nurullah Ataç:
"Ben olsam,
çürük tahtaya basmam" demiş.
Yine Ataç, o dönem yapılan edebiyat sohbetlerinin ünlü ev sahibi
Nahit Hanım'a kendini şöyle takdim etmiş:
"Hanımefendi, şairler size en güzel şiirlerini okur, ama ben hepsinin en güzel şiirlerini okurum."
***
Gerilere gidelim. Ve ünlü şair, devlet adamı, hiciv ustası
Ziya Paşa'ya (1825- 1880).
Padişah Abdülaziz, bir gün nişan testisine kurşun atar, ama isabet ettiremez ve hemen kaşları çatılır. Durumu gören Ziya Paşa hemen orada irticalen bir dörtlük söyler:
"Padişahım sanma kim, vurmaz nişanını kurşunun
Mahı çak eyler felekte, girse mihrin koynuna
Satvet-i şahaneden biçare testi havf edip,
Belki kurşun işlemez bir nüsha takmış boynuna!"
Yani (Padişahım, kurşununun nişanı vuramadığını sanma, senin kurşunun Güneş'in koynuna girecek olsa gökyüzündeki Ay'ı bile parçalar. O şahane gücünden zavallı testi korktuğu için, belki boynuna mermi işlemesin diye muska takmıştır.) anlamında. Bu dörtlük üzerine, Padişah gülümser ve rahatlar.
***
Siz
hayatın her alanında, bu nükteleri ve nüktedanlıkları özlemediniz mi!