Hayat insanı, insan hayatı değiştiriyor. Yine de 'insanın kendisini aşması' 'dönüştürmesi' ya da 'adım atması' için önce güçlü bir niyet gerekiyor. Çünkü 'niyet', insanın kendisine verdiği bir sözdür. İnsan sözünün arkasında durduğunda, kendisini yüceltebilir.
Bir sözü vermek de, her zaman, herkes için, güçlü bir niyet hissetmeyi zorunlu kılar...
***
İnsanların yarattığı eserler ile övünürüz. Oysa
insanın hayatı da, bir eserdir. İnsan o eser üzerinde çalışmakla, ruhuyla ilgilenmekle, kendisi üzerinde düşünmekle yükümlüdür. Bu da niyetle başlar.
Şairler güzel şiirler yazabilirler. Ama aslında her insanın hayatı,
bir şiir gibidir. Bazen kederli, bazen yalın, bazen lirik ve herkes
Stefan Zweig'ın dediği gibi;
'kendi hayatının' şiirini yazar...
***
Bazen bir şair de, tek şiiriyle 'hayatının şiirini' yazabilir. Örneğin Ali Mümtaz Arolat'ın (1897- 1967) şiirine rastladım. Bizim ilk sembolist şairlerimizden. Tek kitabının, ilk şiiriyle akılda kaldı:
"Bir gemi yelken açtı hayal iklimlerine/ Civarından çığlıkla yorgun martılar kaçtı /
Rüzgar sürüklenirken derinlerden derine/ Bir gemi yelken açtı hayal iklimlerine..."
***
Şiir bazen ne sürükleyicidir. Bir şair için
tüm yeryüzü şiirdir. Mesela
Necip Fazıl Kısakürek, o hüzün dolu uzun 'Kaldırımlar' şiirini, kim bilir nasıl ve neden esinlenerek yazmıştı:
"Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;/ Kaldırımlar içimde yaşamış bir insandır./
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;/ Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır."
***
Aynı şiirin devamında
"Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;/Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!/ Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;/Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları." diyen Necip Fazıl'ın, sizce
bu melankolisine ne demeli?
Bazen bir şairi sürükleyen, hazan mevsimindeki o hüzün duygusuna! Ne demeli!
***
Nereden nereye geldi bu yazı! Hani 'güçlü niyet' diyorduk... Bir şeyleri değiştirebilmek için...
Yazar
M. Lewis şöyle demiş:
"Hayatın kötü tarafı çabuk sona ermesi değil, bizim başlamak için çok uzun süre beklememiz."
Acaba çoğumuz, değişmeye başlamaktansa,
hayat üzerine gevezelik yapmayı mı tercih ediyoruz. Çok konuşmayı! Adım atmaktansa, geleceği konuşmayı!
***
Aslında kendimize soracağımız temel soru; dünyanın neye ihtiyacı olduğundan çok, bizim neyi istediğimiz mi olmalı! Çağımızın nevrotik bir hastalığı olan 'ertelemekten' uzaklaşmak, galiba en değerlisi.
'Keşkeler' kıskacından sıyrılabilmenin ihtimali bile güzel değil mi! Hayat kulvarlarında hep 'keşke, keşke, keşke...' demektense, yaşayarak görmek, her şeyin en doğrusu! Yaşamak...
***
En iyisi anımsayıp
Melih Cevdet Anday'ı;
'Rahatı Kaçan Ağaç' adlı şiiriyle bitirmek, bu dağınık yazıyı:
"Rahatı kaçan bir ağaç var/Etlik bağlarına yakın/Saadetin adını bile duymamış/ Tanrının işine bakın... Geceyi gündüzü biliyor/Dört mevsimi, rüzgarı, karı./Ayışığına bayılıyor/Ama kötülemiyor karanlığı." diyen...
Sonra da devam eden:
"Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin"
İyi pazarlar efendim...