Kültür ve bilim insanı, tiyatro eleştirmeni, yazar, İzmirli değerli Efdal Sevinçli'nin; "Gölgedeki İzmir Yazıları" kitabını okuyorum büyük keyif alarak. Kitap, geçtiğimiz aylarda, bir zamanlar bir grup dostla birlikte, ilk yıllarına büyük emek verdiğimiz, İzmir Kent Kitaplığı'ndan yayınlanmış. Yazar, kitabına "Gölgedeki İzmir Yazıları" adını verirken, nedenini açıklamış. Önsözünde diyor ki; "Gölgedeki İzmir Yazıları'nın hemen hiç biri popüler kültürün ilgisini çekmedi... Hep kendi ilginçliğinde, sınırlı okurlarını buldu... Okurlarımın övgüleriyle karşılaşsalar da hep gölgede kaldılar, acıdır özlenen okurlarını da bulamadılar... Bu biraz da benim beceriksizliğimdi... Kendi yalnızlığımın gölgesinde bağırıp çağırmadan, dahası hiziplerden uzak durarak çalıştım... Biliyorum ki buradaki yazılarımın bir çoğunu, tiyatro çevresi, edebiyat çevresi, dil çevresi ve İzmirli aydın tanımlı dostlarımız da okumadı... Daha doğru söylersem yoğunlukları nedeniyle (!) okuyamadılar... İşte 'gölgede kaldığına' inandığım bu yazılarımı, umarım güldesteyle okurlar..."
Yazarın bu haklı, fısıltılı, nazik sitemini derinden hissedip anlayarak geçtikten sonra; popüler kültürün bir sabun köpüğüne benzer dünyasından uzaklaşıp, değerli olana, bu güldesteye uzandım.
İyi ki 'gölgedeki İzmir yazıları', artık güneş önüne çıkmışlar. Çünkü bu yazıların arasında ilerledikçe, İzmir'in aslında 'gölgede kalmış' bilmediğim farklı yanlarını da öğrenme imkanı buldum. Örnekleri çok fazla, ama bir ikisini, belki siz sevgili okurlar da, bu gölgedeki kentten payınıza düşeni almak isterseniz, diye paylaşayım.
BÜYÜK DEDEYE BORCU
Örneğin bir adam. Nassif Maalouf (1823-1868). Bir zamanlar İzmir'de, Katoliklerin açtığı bir kolejin Doğu Dilleri öğretmeni. Aynı zamanda Türkçe'yi yabancılara öğretmek için yazılmış, tam 14 kitabın yazarı. Çalışkan, hayranlık duyulacak, iyi bir insan. Katolik bir Arap, bir Osmanlı yurttaşı. Lübnan topraklarından önce İzmir'e, ardından İstanbul'a savrulan bir dünya yurttaşı.
Diyebilirsiniz ki "İyi, güzel de, ilginç olan ne?" Evet ilk bakışta haklısınız belki, evet değerli bir insan, yaratıcı, üretmiş bir adam. Ama N. Mallouf'u ilginç kılan özelliklerinden biri de, günümüzde dünya edebiyatında iz bırakan, yeni yayınlanan son romanı Doğudan Uzakta'nın, bugünlerde çok konuşulduğu Amin Maalouf'un büyük dedesi olması.
Doğrusu bilmiyordum. Yeni öğrendim.
Amin Maalouf'un son romanı dahil, tüm romanlarını okudum. Sadece "Yüzüncü Ad" adlı romanında, Sabetay Sevi'nin 1600'lü yıllarındaki İzmir'inin tasvirini yaptığını biliyorum. Yani Amin Maalouf'un bir İzmir romanı kaleme alması, sanıyorum Lübnan'dan İzmir'e gelip öğretmenlik yapmış ve bu kenti çok sevmiş büyük dedesine bir borcudur belki. Keşke ödese bu borcunu. Çünkü milyonların okuduğu bu yazarın diliyle İzmir daha çok tanınır tüm dünyada.
USTANIN İZMİR GÜNLERİ
Geçelim başka bir örneğe. Efdal Sevinçli'nin "Nazım Hikmet İzmir'de" başlıklı yazısı da, çok dikkatimi çekenler arasında. Büyük ozan Nazım Hikmet'in çok kısa İzmir günleri olduğunu bir yerlerde okumuştum ve detayları hep merak etmiştim.
Yıl: 1925. Takrir-i Sükun Kanunu (Huzurun Sağlanması Yasası) sonrasında dönemin birçok siyasal dergisi kapatılmış.
Gencecik Nazım Hikmet'in de adı, tutuklanacaklar listesinde.
Nazım Hikmet, arkadaşlarının önerisiyle, saklanmak üzere gizlice İzmir'e geliyor.
Mayıs-Temmuz-Ağustos 1925, Nazım üç ay İzmir'de. Üstelik bir yangın yerindeki, izbe bir kulübede yaşıyor. Geceleri arkadaşlarıyla buluşuyor. Ayrıca izbe evde, bir baskı makinesi kurup yayın yapmaya çalışıyor. Ama bu evin İzmir'in neresinde olduğuna ilişkin bir bilgi yok. Ayrıca Nazım'ın o aylarda İzmir'de üyeleriyle bir araya geldiği "Şimendifer İşçileri Cemiyeti" adında bir örgütlenme var.
Yarınki yazımda, Nazım'ın İzmir yıllarına ilişkin, geçmişte farklı kaynaklardan edindiğim, iddia içeren bir bilgiyi de paylaşacağım.
İzmirli kent aydını değerli Efdal Sevinç'liyi ise saygıyla selamlıyorum.