Bu hafta böyle olsun… Hayatın içinden kente ve kendime dair… Biraz da mevsime… Büyüklerimizin sohbetlerinde hep bir kenara sıkıştırılırdı sonbahar. 'Sonbahar hüzün' diye… Yıllar sonra, yaş aldıkça farkına varıyoruz. Hüzün sonbaharın sarı yapraklarında gizli…
Yeşilin sarıya dönen tüm tonlarının hâkim olduğu doğa coşkulu görüntüsünü sessizliğe taşıyor. O sessizliğin içinde yalnızca hüzün hâkim değil. Beraberinde yalnızlık ve geçmişe yolculuk var. Tüm yaşanmışlıkların tekrar gözden geçirildiği bir mevsim sonbahar…
Issız bir sonbahar günü seni de heybeme koyup yalnızlığımla beraber sana inat sarı yaprakların üzerindeyim. Sessizliği gözyaşım değil, yaprakların hışırtısı bozuyor. Hüzün, yalnızlık ve sessizlik… Üçü bir arada…
Tatlı bir huzur var yalnızlığın içinde… Özlem var hüznün içinde… Sen varsın yalnızlığın içinde… İşte üçünüz bir araya geldiğinde anlam yükleniyor sonbahara. Hani 'alıp başımı gitmeliyim buralardan' dediğimiz anlar olur ya… Öyle bir duygu kaplar yüreğimi. Bir açmaz, bir kaçmaz ya da bir kayboluştur… Saatlerce kaybolup gitmektir yaprakların arasında.
Haftanın son iş günü doğup büyüdüğüm coğrafyanın sokaklarındaydım. Ya sevinçte ya da hüzündedir büyük buluşmalar. Yine bir hüznün buluşması için kasabamızın ilk doktoru Erkan Sırrı Gedikli ile yola koyulduk. Seyahat boyunca geçmişe yolculuk yaptık.
Babamı yadedip Kaynaşlı'ya dair samimiyeti, dostluğu, yokluk yıllarını konuştuk. Konuşurken bile içinde mutluluk vardı. Bir kasabanın nasıl dev bir aile olduğunu fark ettim. Bugünümüz ise milyonluk nüfusu ile yaşadığımız kentlerin içinde kocaman bir yalnızlık… Komşuluk dediğimiz o zenginliğin içinde dev bir aile olmak varmış.
Hani dedim ya… Geçmişe yolculuğu ya sevinçte ya da hüzünde buluyoruz diye. İşte bu buluşma; Yine mahallemizin güler yüzlü, koca yürekli ağabeyi Zekai Canazlar içindi… Ebediyete yolculuğunu kıskanmadım dersem yalan olur. O kadar çok insanın hayatına dokunmuşsun ki… Hemen hepsi son görevlerini yapmak üzere Kaynaşlı'daydı… Nur içinde yat, mekânın cennet olsun…