Ne çarşamba maçları, ne de sahasında 10 oyuncuyla kapananlar Fenerbahçe'yi durduracak gibi değil. Moskova'dan sonra Manisa gibi bir deplasmanı bu tempo ve istek ile oynamak önemliydi. Stoperleri ve bekleri ile rakibe top gelmeden basmayı düşünüp, oyunu hızlandırmak için her fırsatı değerlendiren bir Fenerbahçe takımı izliyorduk.
Rakibin pasifliğini, "Saldırı emri" olarak değerlendirip, Volkan haricindeki her oyuncusu ile pozisyon zorlayan bir takım vardı. Futbol adına pozitif ne varsa yapmaya çalışıyor, bunu engellemek adına yapılan mücadeleyi kırmak için alternatif üretiyorlardı.
Giray Bulak, geçmiş sezonlarda Fenerbahçe'den puan kopartmasını sağlayan formülünü yine uyguluyordu. Alex'in başına nöbetçi (Ümit Bozkurt) dikerek durdurmak ve geri kalan oyuncularıyla sonuna kadar mücadele etmek. Erken gelen gol ile planları bozmak zorunda kalacaktı. Ama beraberliği dört dakika geçmeden yakalayınca, fikrini ve taktiğini korudu. Alex'sizlik, Fenerbahçe'ye uzun süre sonra B planı yarattı. Maçı kanatlara yaymaya, alanı genişletmeye başladılar. Ama bir türlü isabetli ortalar ile gelemiyorlardı. Yine de ikinci topları kaparak, rakibin dengesizliğinden faydalanmak istediler.
FORVETSİZ OYNADILAR
Bütün bu güzelliklere rağmen forvetsiz oynuyorlardı. Alex kıskaçta, Kezman ruhlar aleminde kalmış, skor ve pozisyon yükünü Deivid ile Aurelio üstlenmişti. Yine de kırılma noktalarında bitirici olamadılar.
Ne yapılabilirdi? Alex peşindeki adam ile kendini çizgiye taşıyıp, göbeği açabilirdi mesela. Birçok fırsat yaratan Önder'in top kullanmadaki sıkıntıları, bu bölgede daha farklı (Gökhan veya Kazım) oyuncularla geçilebilirdi. Sahada kalmaya layık olmadığını, kendini attırarak kanıtlayan Kezman'a 70 dakika tahammül edilmeyebilirdi.
Bize bu futbolu seyrettiren birisi eğer varsa, bunları da yapabilirdi. Sonuca veya kaybedilen puana bakmadan, kazanmak ve çağdaş oynamak adına sahada yer alan Fenerbahçe takımının hoş sedasını alkışlıyorum. Açıkçası bu mantalite ile oynayan bir Fenerbahçe ile Galatasaray'ın maçını da sabırsızlıkla bekliyorum.