1917 Bolşevik İhtilali'nin lideri Vladimir Lenin, bir devrim için üç şartın gerekli olduğunu söyler. Birinci şart; geniş kitlelerin mevcut sistemden duyduğu rahatsızlığın had safhaya ulaşması... İkinci şart; yöneticilerin statükoyu korumasının zayıflaması... Üçüncü şart da; ilk iki şartın sonucu olarak kitleler arasındaki siyasi hareketlilik ve yeni arayışların en üst aşamaya çıkmasıdır...
Lenin'in dile getirdiği devrim şartları bugün neredeyse her konuda ve sorunda işlevsizliği ortaya çıkan küresel sistem üzerinde adeta Demokles'in kılıcı gibi sallanıyor.
Dünya yeni kavrasa da ABD'nin liderlik ettiği Atlantik merkezli küresel statüko aslında 13 yıl önce çöktü.
Küresel finans krizi 2008'de küreselleşme projesinin sonunu getirdi ve ABD'nin 1991'den sonraki tek süper güç olduğu konumunu sarstı.
Bu tarihten sonra emperyal statükonun hedef seçtiği Türkiye, Rusya ve Çin'in yükselişi başladı.
Pekin, 2013'te Tek Kuşak Yol projesini ilan ederken Moskova da 2008 Gürcistan savaşı, 2013 Ukrayna krizi ve 2015 Suriye müdahalesiyle nüfuz sahasını genişletti.
***
Ancak küresel statükoya isyanın fitilini ilk olarak
Türkiye ateşledi. Rus lider
Putin'in 2007'de ABD'nin hegemonyasını eleştirdiği
Münih Güvenlik Konferansı'ndaki ünlü konuşmasından iki yıl önce Türkiye, Batı'ya kazan kaldırmıştı.
Çünkü 2005'te Türkiye ile
tam üyelik müzakerelerini başlatan
AB, daha sonra yan çizdi. Tam üyelik
için önce 2011'i, sonra 2021'i ve
en nihayetinde de 2023'ü işaret ettiler. Bu uzun tarihlere rağmen bir de
görüşmelerin açık uçlu olacağını eklediler. Aslında diplomatik bir dille
Türkiye'yi asla AB üyesi yapmayacaklarını itiraf ettiler. AB'nin ret cevabı üzerine dış politikamızın öncelikleri kökten değişti ve
Türkiye kendi dünyasını kurmaya karar verdi.
O dönem Başbakan olan Sayın Erdoğan, 2007'de "Türkiye'nin dış politikadaki önceliğinin artık Avrupa değil Ortadoğu" olduğunu ilan etti.
15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi ile de bu kez ABD ile olan
ilişkilerin tabutuna son çivi çakıldı.
Bu ihanetlerden sonra NATO'nun ikinci büyük gücü Türkiye,
Avrupa ve ABD'nin jandarmalığını yapmak yerine kendi milli güvenlik konseptine ağırlık vermeye başladı.
***
Böylece 2007'de başlayan ve 2016'dan sonra hızlanan
Ortadoğu, Asya ve Afrika açılımları daha da derinleşti. Türkiye'nin bağımsız hareket etmesi,
Rusya ve Çin'e de küresel projelerini hayata geçirme imkânı sundu.
Özellikle Pekin yönetiminin, Türkiye'nin Rusya ile inşa ettiği
yeni konsensüsten güç alarak modern
İpek Yolu projesini 2013'te
Kazakistan'da dünyaya ilan etmesi ayrıca dikkat çekiciydi.
Geldiğimiz aşamada Atlantik'in artık Asya güçlerini durdurma şansı kalmadı. Nitekim Sayın Erdoğan bu gerçeği
3. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi'nde bir kez daha vurguladı.
Başkan Erdoğan'ın "Dünya 5'ten büyüktür bayrağı altında yürüttüğümüz mücadeleyi sadece kendimiz için değil, Afrikalı kardeşlerimiz için de veriyoruz. Biz çok daha büyük hedeflerin peşindeyiz,
biz artık tepeleri değil, Kilimanjaro gibi dağları aşmayı istiyoruz..." ifadeleri aslında Türkiye'nin fitilini ateşlediği küresel devrimin üçüncü şartı olan
'yeni sistem arayışı ihtiyacının' en üst safhaya ulaştığının da işaretidir.
Bu bağlamda tam da küresel statükonun krizlerle boğuştuğu bir dönemde ilan ettiğimiz
yeni ekonomik paradigma hem zamanlama açısından gücümüze güç katacaktır hem de Türkiye'nin başlattığı
küresel devrim sürecini daha da hızlandıracaktır.