Korona pandemisinin tetiklediği tedarik zinciri krizi nedeniyle dünya şimdi de küresel enflasyon salgınıyla boğuşuyor. Özellikle üretim, arz ve işgücü azlığı nedeniyle kendini gösteren kriz hemen her ülkede enerji, hizmet sektörü ve ürün fiyatlarında dramatik artışlara yol açıyor.
Mevcut krizi şu şekilde özetlemek mümkün... Küresel çapta ya bazı ürün ve hizmetlere erişimde kıtlık yaşanıyor. Ya da var olan ürün ve hizmetler satın alınamayacak kadar çok pahalılaşmış durumda. Genel olarak satın alma gücündeki düşüşlerden neredeyse bütün ülkeler az veya çok etkileniyor.
Haliyle üç ayrı kriz eşgüdüm halinde hareket ediyor. Zira şimdiye kadar her ülkenin ekonomik kriz algısı farklıydı. Bu bağlamda genel olarak ülkelerin üç ayrı kriz algısı vardı.
Örneğin Türkiye, Brezilya, Arjantin gibi birçok Latin Amerika ve Asya ülkesi için ekonomik kriz, doğrudan kur artışıyla ilgilidir. Bu ülkelerde ekonomik kriz demek dövizin değer kazanması ve yerli para biriminin değer kaybetmesi demektir.
Bu yüzden de üretimdeki dalgalanmalar veya fiyat artışları pek ekonomik kriz olarak algılanmaz. Çünkü bu ülkeler yüksek enflasyon veya düşük üretimli bir ekonomiye karşı şerbetlidir.
***
Oysa Almanya, Fransa gibi Avrupa ülkeleriyle Japonya ve Güney Kore gibi gelişmiş Asya ülkeleri için ekonomik krizden anlaşılan ilk şey enflasyondur. Kurdaki dalgalanmalar bu ülkelerin ekonomik bünyesini fazla etkilemez. Ancak ürün ve hizmetlerdeki fiyat artışları bu gibi ülkelerde sosyo-kültürel ve siyasi paniğe yol açar.
Öte yandan ABD, Kanada, Avustralya ve İngiltere gibi Anglo-Sakson ülkeleri ile Çin için ise ekonomik kriz, ne kurdaki dalgalanma ne de artan enflasyondur. Bu ülkelerin ekonomik krizi büyüme/me endekslidir. Düşük üretim yahut aşırı üretimden kaynaklanan ekonomik durgunluk yani stagflasyondur.
Bu bağlamda küresel çapta belki de ilk kez farklı ülkeler senkronize bir şekilde aynı krizden etkileniyor. Derinleşen tedarik zinciri krizi dünyada hem enflasyon hem kur hem de üretim ve büyümenin daralmasından kaynaklı üç katmanlı bir krizi farklı düzeylerde tetikliyor.
Bu yeni kriz öyle sarsıcı ki işgücü kıtlığı, enerji ve tedarik zinciri kriziyle boğuşan gelişmiş ekonomilerde bile son 20 ve 30 yılın en büyük enflasyon oranlarını görüyoruz.
ABD'de Ekim ayı tüketici fiyat endeksine göre yıllık enflasyon yüzde 6.2 ile 1990'dan bu yana en yüksek seviyeye çıktı. Aynı şekilde Avrupa İstatistik Ofisi'nin (Eurostat) verilerine göre, Euro Bölgesi'nde enflasyon Kasım ayında Almanya'da yüzde 6, Fransa'da yüzde 3.4, İspanya'da yüzde 5.6, İtalya'da yüzde 4, Hollanda'da yüzde 5.6, Belçika'da yüzde 7.1, Letonya'da yüzde 7.4, Litvanya'da yüzde 9.3 seviyesinde ölçüldü. Bu rakamlar son 25 yılın en yüksek seviyesine işaret ediyor.
***
Hem yaşanan kıtlıklar hem de var olan ürün ve hizmetlerdeki aşırı fiyatlar küresel bir fenomene dönüşmüş durumda. Artan enflasyon, kurdaki dalgalanmalar ve üretimdeki durgunluk şeklinde üç ayrı koldan nükseden krizler, bir bakıma korona salgını sonrası yeni küresel ekonomik sistemin dinamiklerini de şekillendiriyor.
BM ve IMF'ye göre tedarik zinciri krizi 2022 ve 2023'ün sonuna kadar sürecek. Zaten enflasyon tahminleri de bu krizin uzun vadeli olacağını gösteriyor.
2008 finans krizinden ağır yaralar alan Avrupa ve ABD, bu kez enflasyon ve tedarik zinciri krizinden aldığı darbelerle komaya girebilir. Çünkü Avrupa ve ABD merkez bankalarının enflasyon sendromunu yönetmek için faizleri artırması bu kez üretime ve büyümeye öldürücü darbeler indirecektir.
Bize gelince... Başkan Erdoğan'ın ifadesiyle "Biz şerbetliyiz..." Yani enflasyona karşı dirençliyiz. Ama bu tedbir almadığımız anlamına gelmiyor. Türkiye'nin düşük faiz ve yüksek büyüme ile istihdamı artırmaya odaklı yeni iktisadi paradigması, bütün dünyayı etkisi altına alan küresel ekonomik salgına karşı kalkanımız olacaktır.
Bu yeni paradigma sayesinde, korona ile mücadelede gösterdiğimiz üstün performansın bir benzerini bu kez yeni küresel ekonomik salgına karşı sergileyeceğiz.