Milli Mücadele karşıtı olduğu için linç edilen Osmanlı'nın son içişleri bakanlarından Ali Kemal'in (1867- 1922) torununun torunu olan Boris Johnson, İngiltere'de perşembe günü yapılan seçimlerde tarih yazdı.
Halktan hükümeti tek başına kurma yetkisi alan Johnson'un başarısı sadece İngiltere ve Kıta Avrupası'nda değil ABD'de de büyük yankı uyandırdı. İngiliz lideri ilk kutlayan isim ise ABD Başkanı Donald Trump oldu.
Ve dünya daha şimdiden Johnson'ın iktidara gelmesinin bölgesel ve küresel siyasette yol açacağı sarsıntıları tartışmaya başladı.
İlk sarsıntı Avrupa Birliği'nde (AB) yaşanacak.
Johnson, 31 Ocak'ta 'eğer'i ve 'ama'sı olmaksızın AB'den ayrılma sürecinin (Brexit) hayata geçeceğini açıkladı.
İkinci sarsıntının ise İngiltere iç siyasetinde yaşanması bekleniyor. Seçim sonucuyla Brexit garantilenirken sandıklarda İngiliz, İskoç, Galler ve İrlanda milliyetçilerinin rakiplerine fark atması Birleşik Krallık'ın (UK) birliğine de ağır bir darbe indirdi.
İskoçya ve Galler'de yeniden bağımsızlık sesleri yükselirken Kuzey İrlanda Cumhuriyetçileri de İrlanda ile birleşme referandumu talep ediyor.
***
Burada elbette
küresel kamplaşmadaki güç mücadelesine bakmak
gerekiyor. Bir yanda
Çin'in temsil ettiği yeni küreselci jeo-politik eksen yer alırken bunun karşısında
ise Atlantik ittifakını bölen
anti-küreselci yeni Anglo- Sakson cephesi var.
Johnson'ın kazanması, ilk çıkışlarını Trump ile yapan anti-liberal ve anti-küreselci yeni Anglo-Sakson cephesinin ikinci başarısı olarak görülüyor.
Johnson-Trump ittifakının su alan Atlantik gemisini
kurtarma şansı oldukça
zayıf. İki liderin güç birliği
yapması en fazla
Almanya ve Fransa liderliğindeki Kıta
Avrupası'na zarar verecektir.
Nitekim Douglas Murray'ın
'The Strange Death of Europe/ Avrupa'nın Tuhaf Ölümü' (2017) ile
'The Madness of Crowds/Kalabalıkların Deliliği' (2019) adlı çalışmalarında da dile getirdiği gibi sadece Avrupa değil bir bütün olarak Batı'nın varoluşsal krizi daha da derinleşecektir.
Burada, Avrupa'yı kaderine terk eden Trump yönetimi
'Önce Amerika' stratejisi ile ABD'yi yaklaşan çöküşten korumanın yollarını arıyor.
İngilizler de Johnson'ı seçerek, aslında Justin Welby'nin
'Reimagining Britain/ Britanya'nın Yeniden Tahayyülü' (2018) önerisi ekseninde Trump benzeri bir yola gireceklerini dünyaya deklare etmiş oldular.
Ancak ne yapsalar da
Batılı hegemonyanın yeniden inşası çok zor olacak.
Çünkü bu saatten sonra Asya'nın yükselen güçlerini durdurmak artık muhaldir.
***
Zira Batı
sadece kültürel olarak değil kurumsal olarak da çöküşte. Batı'yı
Batı yapan piyasa ekonomisi,
sınırlı hükümet, hukukun
üstünlüğü, ifade özgürlüğü,
malların ve insanların
serbest dolaşımı, demokrasi
ve sosyal refah devleti
gibi emperyal donanıma
sahip
'evrensel' kavram ve kurumların içi birer birer
boşalıyor.
Hem
entelektüel bir kurgu hem de
tarihsel bir gerçeklik olarak Batı
düşüncesi gelip
ırkçılığa ve bürokratik totalitarizme demirlemiş durumda.
Geldiğimiz aşamada
Friedrich Hayek'in 'The Road to Serfdom/ Köleliğe Giden Yol' (1944) kitabında işaret ettiği felaket Batı dünyası için adım adım gerçekleşiyor.
Haliyle Johnson'ın seçilmesiyle biraz daha palazlanan yeni Anglo-Sakson cephesi de bu gidişatı durduramayacaktır.
Aksine Johnson ve Trump ile nitelenen bu yeni cephe, Atlantik'teki çatlağın derinleşmesine hizmet ederek
Batı'daki çözülmeyi daha da hızlandıracaktır.
Bu bağlamda,
siyasette birbirlerinin ikizi sayılan Trump-Johnson ikilisi
Batı'nın Gorbaçov'ları olarak
tarihe geçebilirler.