Eski dünya ile yenisi arasındaki savaş ve mücadele giderek kızışıyor.
Başkan Recep Tayyip Erdoğan'ın barış, refah, adalet, özgürlük, vicdan ve dayanışmaya vurgu yapan BM Genel Kurulu'ndaki tarihi konuşması, bir anlamda yeni bir küresel düzen arayışındaki Çin, Rusya, Almanya, Japonya, Fransa, Brezilya ve İran gibi ülkelerin manifestosu niteliğindeydi.
Buna karşın İsrail, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır benzeri totaliter ve ırkçı rejimleri etrafına toplayan ABD Başkanı Donald Trump'ın 'önce ben ve benden sonrası tufan' mantığıyla herkesi ötekileştiren o hiperbolik retorikle süslü şovenist söylevi ise çöken Atlantik dünyasının adeta final sahnesiydi.
ABD Başkanı, BM toplantısında aslında bu yaz katıldığı Kanada'daki G7, Hamburg'daki G20 ve Brüksel'deki NATO zirvelerindeki düşüncelerini bir kez daha tekrarladı.
***
2002'de "
Avrupalıların Venüs'ten, Amerikalıların ise Mars'tan geldiğini" ileri sürdüğü için büyük tartışmalara
yol açan Amerikalı
neo-muhafazakâr stratejistlerden
Robert Kagan, yakında
piyasaya çıkacak
"The Jungle
Grows Back: America and Our
Imperiled World/
Vahşi Orman Tekrar Büyüyor: Amerika ve Tehlikedeki Dünyamız" isimli
kitabında, küresel sistemi şöyle
resmediyor...
"ABD'nin II. Dünya Savaşı'ndan sonra kurduğu liberal dünya düzeni, 70 yıl sonra çöktü.
ABD'nin artık taşıyamadığı bu sistem aslında Trump'tan çok önce yıkılmıştı. Ve Trump'ın iktidara gelmesinin en büyük nedeni de zaten sistemdeki bu yapısal
krizlerdi..."
Oysa sorun sadece ABD'nin
inşa ettiği dünyayı yıkması değil.
Asıl mesele ABD'nin çekildiği yerleri kaosa sürüklemesidir.
AB'yi yüz üstü bırakan Amerikan yönetimi NATO ve BM'yi artık yük olarak görüyor.
Daha önce
UNESCO, UNRWA, İklim anlaşması ve İran ile nükleer görüşmelerden çekilen
Trump, BM'deki
son konuşmasında
Göçmenler Anlaşması, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ile BM'nin Barış Gücü'ne verdiği destekten
de vazgeçeceklerini
ilan etti.
Son olarak da Amerikan yönetimi
Ürdün, Kuveyt ve Bahreyn'deki Patriot füze savunma sistemlerini önümüzdeki ay çekme kararı aldı.
***
Haliyle Atlantik dünyası için eski günler geride kaldı.
Amerikan yönetimi daha Trump gelmeden yeni siyasetini
"post-emperyal/emperyalizm sonrası" stratejilere göre belirledi.
Burada da ABD uluslararası ittifaklar ve kurumlar yerine İsrail ve Suudi Arabistan örneklerinde görüldüğü üzere ikili ilişkiler üzerinden devreye sokulan politikalara öncelik verecekti.
Ancak ABD'nin izlediği
yeni evanjelik siyaset nedeniyle
Avrupa'da
popülizm ve ırkçılık yeniden yükselişe geçti.
Aşırı Hıristiyan sağ ile seküler faşist partilerin yol
açtığı kaotik manzara, II. Dünya
Savaşı öncesi totaliter yönetimlerin
1930'larda kitlesellik kazandığı
dönemleri aratmıyor.
Bu anlamda küresel sistem için temel sorun Türkiye, Rusya veya Çin'den oluşan
direniş blokunun artan nüfuzu değil.
İnsanlık için hayati mesele ABD'nin terk ettiği Avrupa'yı faşizmle kuşatılmış fasit bir daireye hapsetmesi ve dünyanın geri kalanını da darbe, iç savaş ve ekonomik saldırıların hedefi haline getirmesidir.