Evanjelik papaz Andrew Brunson sorunu ABD ile yaşanan jeo-politik kopuşta aysbergin sadece görünen kısmı.
Krizin devasa parçasını görmek için 15 Temmuz merceğinden Türkiye'nin dış politikasındaki hamlelerine bakmalıyız.
Dolayısıyla FETÖ / PKK / YPG terörü, S - 400'lerin alımı, F - 35'lerin teslimatı, Suriye ile Irak, İran, İsrail, Rusya ve Çin politikaları konusunda ABD'nin 'ne söylediğinden ziyade ne yaptığına' odaklanmak lazım.
Özellikle imaj ve nüfuzunun yerlerde süründüğü bir dönemde ABD'nin bir papazı bahane ederek Türkiye'ye yaptırım tehdidinde bulunması her açıdan intihar girişimidir.
Zira Suriye, Irak ve Afganistan'da batağa saplanan bir ABD var karşımızda.
Tıpkı Afrika, Asya ve Pasifik'te olduğu gibi Ortadoğu'da da ABD'nin artık siyasi gelişmeleri etkileme gücü kalmadı.
***
Gücünün olduğu yerlerde ise kimse ABD'nin inandırıcılığına prim vermiyor.
Son zamanlarda Ortadoğulu müttefiklerin Washington ile derinleşen güven bunalımı
Atlantik'e de sıçradı.
Almanya bile ABD'nin
güvenilmezliğinin altını çizmek zorunda kaldı.
Bu nedenle Avrupa başta olmak üzere
İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve diğer
Körfez ülkeleri güvenlik konseptlerini artık yüzde yüz ABD'ye göre belirlemekten vazgeçmiş durumda.
Çünkü ABD'nin
oyunun kurallarını belirleme çağının
sona erdiğini herkes gibi onlar
da görüyor.
Bu anlamda Suriye tablosu
yeni küresel güç haritasının merkezi haline gelen
Türkiye, Rusya ve Çin'in yükselişinin de sembolüdür.
Nitekim
7 Eylül'de küresel sorunların da konuşulacağı
Suriye konulu İstanbul Zirvesi'nde Türkiye, Rusya, Fransa ve Almanya yer alırken ABD yok. Böylece
Soçi ve Astana süreçlerinden sonra
Ortadoğu'da ABD'nin üçüncü kez 'by-pass' edildiğini görüyoruz.
***
Fakat Amerikan halkının bu olup bitenlerden pek haberdar olduğu söylenemez.
ABD dış politikasının sıkı karşıtlarından
tarihçi William Blum'un ifadesiyle, "Amerikalılar bir mafya liderinin çocukları gibidir. Yaşadıkları lüks hayatın kaynağına dair en ufak bir fikirleri dahi yok. İşte bu yüzden, birileri oturma odalarına molotof kokteyli fırlatınca hemen şoka giriyorlar..."
Oysa her şeyin kökeninde siyasi ve tarihi bir nedensellik vardır. ABD'nin son dönemlerdeki
travmatik davranışları, ister istemez akıllara
Alman yazar Paul Thomas Mann'ın (1875-1955) 'Buddenbrooklar: Bir Ailenin Çöküşü' adlı romanını getiriyor.
Roman, modern sistemin yozlaşan yönlerini aile şirketlerinin
kuruluş, yükseliş ve iflas aşamaları üzerinden resmediyor. İş dünyasında bu paradoksa işaret eden '
Buddenbrook Sendromu' ifadesi yaygındır.
Bu bağlamda, her yönüyle vahşi bir sistemle yönetilen '
Corporate America'nın son kuşakları da derin bir kriz içinde.
'
Küresel Sorosçularla' tanımlanan statükocuların '
Pax Americana / ABD Barışı' stratejisi, çağımızın dinamikleriyle rekabette yaya kaldığı için '
Pox Americana / ABD Frengisi'ne dönüşerek iflas etti.
'Buddenbrook Sendromu'nun bütün belirtilerini gösteren bu iflasın
psikolojik arızalarını papaz krizinde bir kez daha görüyoruz.
Yoksa '
aklı başında' ABD yöneticileri, Türkiye karşıtı böyle
travmatik açıklamalar yapabilir miydi?