İran'daki olayların gidişatına bakınca küresel açıdan ilk dikkat çeken faktör, bu gelişmenin ABD'nin revizyonist güçler diye nitelediği Rusya, Çin ve Türkiye'ye karşı giriştiği bir hamle olmasıdır.
Zira ABD Başkanı Donald Trump'ın yeni bir Ortadoğu, yeni güç dengeleri, yeni enerji politikaları ve yeni bir bölgesel dönüşümü hedefleyen kaotik doktrininin ne tür krizlere kapı araladığını bilmeyen yok.
İçeride savaş lobisinin tekelindeki derin devlete karşı iyice sıkışan Trump, dış politikada Amerikan müesses nizamının dayattığı İsrail yanlısı, Evanjelik ve kundakçı stratejiye boyun eğerek meşruiyetini sürdürmeye çalışıyor.
***
Bu bağlamda kaotik stratejisinin gereği olarak ABD'nin ilk saldırdığı güçler
Çin'in müttefikleri oldu.
Kuzey Kore krizi, Arakan (Myanmar) soykırımı ve Pakistan'daki anayasal darbe ile ABD,
Çin'in Hint
ve Pasifik Okyanusu'na açılan
kapılarını ateşe verdi.
Brezilya'daki yargı darbesiyle de Pekin'in Latin
Amerika'daki en önemli müttefikini
diskalifiye etmeye
kalktı.
Brezilya'dan sonraki
hedef olan
Venezüella'ya
yönelik operasyonlar ise sürüyor. Şimdi de Çin'in
Batı Asya'ya ve Türkiye üzerinden Avrupa'ya açılan en önemli koridoru konumundaki
İran hedefte.
***
ABD ve
İsrail, İran taşıyla sadece Çin'i değil
Rusya ve
Türkiye'yi de vurmak istiyor aynı zamanda. Çünkü küresel zafiyetleri had safhaya ulaşan ABD yönetimi,
dünyada artık istediği gibi at koşturamamanın öfkesi içinde.
Eski düzenini güncellemede zorlanan ABD bu nedenle bütün gücünü
darbelere, iç çatışmalara ve istikrarsızlığa harcayarak her yerde yangın çıkaran
kundakçı bir uluslararası siyaset izliyor. Bu yangına körükle giden
Trump'ın öncelikli gayesi ise giderek yakınlaşan Rusya, Türkiye, Çin ve İran dörtlüsüdür.
***
Ancak
İran'da olmayacak duaya 'amen' diyenler Kudüs sorununda, Katar
ambargosunda,
Suriye'deki
ateşkeste,
Kürt referandumunda ve S-400 füze anlaşmasında olduğu
gibi yine büyük bir hezimet
yaşayacak.
ABD ve İsrail'in ağır yenilgisiyle sonuçlanan bu örneklerden de görüldüğü üzere bundan sonra bölgemizde Türkiye, Rusya ve Çin'in dediği olurken bu aktörlerin onay vermediği
Atlantik merkezli operasyonların başarı şansı ise giderek azalıyor.
Gezi ile başlayan bütün kumpasları 15 Temmuz'da sergilediği destansı
bir kahramanlıkla boşa
çıkaran Türkiye, istediği ülkede
istediği darbeyi yapan
ABD mitini darmadağın etti.
Bu anlamda
Hazar Denizi'yle Basra Körfezi arasındaki zengin
petrol ve doğalgaz yatakları üstünde
uzanan İran'a yönelik
kaos projesi aynı zamanda Rusya,
Türkiye ve Çin ittifakını da
hedef alıyor.
Sağır sultan da biliyor ki Batı dünyasının resmettiğinin aksine İran'daki kalkışma özgürlükle değil daha çok
emperyal dizayn ile ilgili bir tezgâh.
Bu tarihsel ve kültürel kodlardan dolayı İran'daki çoğunluk ile Rusya, Türkiye ve Çin bloğu,
reform isteyen kesimlere ABD'nin verdiği desteği bir felaket senaryosu olarak görüyor.
İran halkı da bölgesel ve küresel aktörler de bu felaketin mahiyeti ve maliyetinin farkında. Bu nedenle ABD ve İsrail,
Kudüs'te olduğu gibi İran projesinde de dünyadan tarihi bir darbe daha alacaktır.