İnternet egemenlik alanını genişlettikçe, 'geleneksel medya' etrafındaki mali kuşatma da büyüyor. Yeni bir haber alma-verme formatlamasının ortasındayız. Ekonomik zorlamalar yetmiyormuş gibi, en gelişkin demokrasilerde de, halen demokrasiler içinde yerini alma veya özgürlüklerini tahkim etme yolunda çaba gösteren yarım veya çeyrek demokrasilerde de, medyanın etikle, haklar ve sorumluluklarla sınavı da başlı başına bir konu.
Toplumlara doğru, akli denetimden geçmiş bilgileri, en geniş ve hür tartışmaları aktaran bir medyanın bekası, kuşkusuz, onun kendi kendisi ile iç hesaplaşmasına doğrudan bağlı. Bu yüzden döne dolaşa hep özdenetime, başka deyişle medya otokontrolüne gelip onu konuşmak ihtiyacındayız.
Bugün, tam veya yarım demokrasi, dünyanın 25-30 ülkesinde görevine şevkle bağlı kalmaya çalışan medya camiasının ortasında bu amaçla faaliyet gösteren okur temsilcileri, okur editörleri, okur "sözcüleri" veya okur "elçileri", kısaca ombudsmanlar, senede bir kez bir yerde buluşuyor, ortak sorunlarını, medya ahlakının kanayan yaralarını, tedavi yollarını tartışıyor.
Bu kez Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da kamu yayıncısı DR'nin şemsiyesi altında bir araya geldi, 50 kadar ombudsman. Toplam 23 ülke burada temsil edildi. Çoğu ABD, Britanya, Portekiz, Brezilya, Kanada ve Türkiye gibi, bu alandaki çabalara önem vermekte olan ülkelerden geliyordu.
Ama sevindirici olan şey, bu kez Dünya Ombudsmanlar Birliği'ne (ONO) Asya'nın köklü, cıvıl cıvıl demokrasisi Hindistan'dan (The Hindustan Times gazetesi, Mumbay) ve demokratikleşme kavgasını sürdüren yoksul komşusu Bangladeş'ten (Amader Şomoy gazetesi, Dakka) biri kadın iki ombudsmanın katılmasıydı.
Onları dinledikçe, her iki ülkede de, aslında en ileri demokrasilerdeki kadar kaliteli ve "tutkulu" gazeteciliğin yapıldığı, dürüst haberciliğin okurlar tarafından nasıl takdirle karşılandığı, ancak risklerin (örneğin Hollanda veya ABD'ye göre) ne kadar yüksek olduğu anlaşıldı.
Tıpkı, ombudsmanların hızla yayıldığı Latin Amerika'da, özellikle Meksika gibi şiddetin, mafyanın, ölüm korkusunun kol gezdiği ortamlarda, doğru haber ile ahlak kaygısının ne kadar büyük önem taşıdığının o ülkelerden gelenlerin bizzat aktardığı öykülerden anlaşıldığı gibi.
Üç günlük konferansımızın sadece bir kısmıydı bu. Arada uzunca bir zamanı da Britanya'daki medyanın ahlaki çöküşüne, yani Rupert Murdoch'un News of the World (NoW) ve The Sun gazetelerinde patlayan, 40'tan fazla gazetecinin tutuklanmasına yol açan "telekulak skandalına", mesleğin nasıl ayaklar altına alındığına, medya patronları ile siyaset ilişkilerine, İngiliz gazetelerinin yazı işlerine egemen olan "kanunsuzluk ve dokunulmazlık kültürü"ne ayırdık.
En büyük dikkatle dinlediğimiz konuşmacı Londra Westminster Üniversitesi öğretim üyesi Prof Stephen Barnett oldu. Medya-iktidar ilişkileri, medyada sermaye temerküzü gibi alanlarda en önde gelen otoritelerden biri sayılan Barnett, dokuz yıl önce Istanbul'da yapılan ONO konferansında da önemli bir konuşma yapmıştı. (Tabii o zaman Murdoch skandalının hiçbir işareti yoktu.) Ama, Barnett o zamanki (kehanet gibi) bir tespitini hatırlattı:
"Editoryal bağımsızlık, daha önce görülmemiş ölçüde, küresel şirketlerin acımasız büyüme ve tahkim süreçleri yüzünden erozyona uğratılmaktadır ve dünyanın dört yanında siyasiler bağımsız gazeteciliğin, dolayısıyla iyi bilgilendirilmiş ve sağlamlaştırılmış demokrasilerin çıkarları adına sesini yükseltmekte ya aciz kalmakta veya isteksiz davranmaktadır."
Barnett skandalı anlatırken dehşetengiz gazetecilik örnekleri verdi, masum insanların, ailelerin sorumsuzlukta sınır tanımayan bir gazetecilikle nasıl intihara, trajedilere sürüklendiğini anlattı. Bu bozuk kültürü yaratanların, yani patron ve hizmetkarı yöneticilerin, gazete mutfaklarını korku ve tehdit yayarak nasıl "sadece para" emrine soktuğunu, çılgınca rekabete sürüklediğini analiz etti. Ama bu skandal sayesinde artık "yolun sonuna gelindiğini" ve ülke medyasının kendisi için etkin özdenetim mekanizmaları (bir basın denetim konseyi ve ombudsmanlar) kurmaktan başka çareleri kalmadığını söyledi. Umutluydu.