Nükleer Kâbus' geçen Cumartesi günü patlak verdi. Japonya'yı muazzam bir felakete sürükleyen deprem ve tsunami ardından Fukuşima nükleer santrali'nde peşpeşe gelen patlamalar ardından tüm dünya, artan bir endişe ile, tehlikenin adım adım büyümesini izledi.
13 Mart tarihli SABAH'ın manşeti Nükleer Kâbus olarak seçilmişti.
Gazete dört sayfasını tamamen felakete ayırdı. Bilge Eser ve Emin Özmen'in bölgeden geçmeye başladıkları haberler de içeriği zenginleştirdi, 'tarihe tanıklık' güçlendi.
Gelişmenin nükleer boyutuna odaklanma, ertesi gün de sürdü. İki Felaket Senaryosu manşeti (14 Mart Pazartesi büyük ölçüde, uzmanların 'ne olur?' analizlerine dayandırılmıştı.
Salı'ya gelindiğinde tehlike daha da büyümüştü, zira bir reaktörde daha patlama olmuştu. Ancak haber Üçüncü Patlama başlığıyla sayfanın altına düştü, ama iç sayfalarda yine geniş işlendi.
Çarşamba günkü SABAH'ın manşeti Tokyo'dan Büyük Kaçış olmuştu. İç sayfalardan ikisinde tehlikenin yarattığı endişe ve panik hali, ayrıca farklı komşu ülkelerde artan teyakkuz üzerinde durulmaktaydı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Rusya'ya yaptığı ziyaret de bugünlere denk gelmişti. Üstelik, iki ülke arasında varılan anlaşma uyarınca Mersin'in yakınında Akkuyu'da inşası öngörülen nükleer enerji santrali de gündemde yer almaktaydı. SABAH'ın 17 Mart Perşembe tarihli sayısında manşet, Başbakan Erdoğan'ın Moskova'daki açıklamalarına ayrılmış, sözleri öne çıkarılmıştı: 'Akkuyu Örnek Yatırım Olacak'.
Bu arada Fukuşima'da zamana karşı yarış hızlanmaktaydı. Kritik aşamaya girilirken, haber, bu kez, gazetenin iç sayfalarına kaydı (Cuma günü baş sayfada felaketin insani boyutları, yakınlarını arayanlar öne çıkmıştı).
Ama iç sayfadaki başlıkta, durumun vahametini görmek mümkündü: 'Çernobil Olmaması İçin Son 48 Saat'.
Günlere yayılan bu kapsamlı habercilikte önemli bir unsur okurların gözüne ve dikkatine yakalandı.
Bazı okurlar, gazeteyi nükleer enerji teknolojisinin risklerine, Türkiye gibi bir deprem ülkesinde kullanımının doğru olup olmadığına, dünyada nükleer enerji kullanan ülkelerde alınan tedbirlere dair tartışmaları gözardı etmekle eleştirdiler. Yeşiller Partisi MYK üyesi Mahmut Boynudelik'ten gelen uzun not da bu tepkiler arasında yerini aldı.
Şöyle yazıyordu Boynudelik:
'Okur temsilcisi olduğunuz Sabah gazetesinin Japonya'da vuku bulan nükleer tehdit ve ardından bu kazaya bağlı olarak tüm dünyada sürüp giden ' nükleer enerji gerekli mi?' tartışmasını yansıtmada çok yetersiz kaldığını düşünüyorum.'
'Konu ile ilgili olarak Almanya, İsviçre, Güney Afrika gibi bir çok ülkenin nükleer projelerini askıya almış, Sarkozy'nin konuyu kriz olarak niteleyerek G20 ülkelerini acil toplantıya çağırmış, ABD yetkililerinin mevcut santrallerdeki güvenlik standartlarını gözden geçirme kararı almış olmalarının haber değeri yok mudur? Nitekim bu tartışmalar tüm dünyadaki önemli medya organlarında geniş bir şekilde ele alınmıştır.'
'Sabah gazetesinde ise bu tartışmaların olmayışını ('görmezden gelindiğini' düşünmek istemiyorum) anlamakta zorlanıyorum. Bu tartışmaları yansıtmak yerine sadece nükleer yanlısı bir çizgi izlenmesi ve nükleer enerjinin ne kadar güvenli olduğunu ileri süren haberlerin yer alması ciddi habercilik anlayışına ne kadar uygundur? Gazeteniz nükleer yanlısı yayın politikası izleyebilir; bu anlaşılır bir şeydir. Ancak dünyanın tüm saygın medya organlarının gördükleri haberleri görmemek, nükleer teknolojiye şüphe ile yaklaşan ciddi bilimsel karşı savlara, tez ve antitezlere hiç yer vermemek, eğer kamuoyunu yanlış yönlendirme amacı taşımıyorsa, en basit tanımıyla gazetecilik zaafıdır. Beni asıl rahatsız eden, yıllardır izlediğim, açık görüşlü, liberal kimlikli ve geniş kitlelere seslenen Sabah'ın bu eksikliğe imza atmasıdır.'
'Nükleer teknolojilerin güvenliğinin ülkemizi ve halkımızı da yakından ilgilendirdiği açıktır. Türkiye'nin tam da önemli hayati kararlar arifesinde olduğu bir dönemde tüm dünyada nükleer teknolojiler etrafında dönen tartışmaları bilmek ülkemiz kamuoyunun da hakkı olmalıdır ve bu ilgilendirmeyi yansıtmak da medyanın öncelikli görevleri arasında olmalıdır.
Sabah gazetesinin bundan sonraki yayınlarında medya etiğinin gerektirdiği sorumlulukla hareket etmesini beklemek bir okuru olarak sanırım benim hakkımdır.'
Hafta başından itibaren, Türkiye'de nükleer enerji santrali kurulmasının ne denli akıllıca olduğu konusunda giderek alevlenen ve hala sürmekte olan bir tartışmaya tanıklık edildiği aşikar. Tüm dünya bu konuya eğilirken, nükleer enerjiye geçiş gibi bir büyük kararın eşiğinde olanTürkiye'de kamuoyunun da buna zaman ayırması son derece doğal.
Tabii, bunu medyanın yansıtması da...
Peki, okurlarımız ne derece haklı?
Gazete tarandığında, konunun bu kritik boyutuna çok az girildiği görülüyor. Pazartesi günkü gazetede, iç sayfada haberlerin bir parçasında, Akkuyu ve Sinop'ta kurulması planlanan nükleer santrallerin güvenliği ile ilgili Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın yaptığı 'endişeye mahal yok' mealindeki açıklamalara yer verilmiş.
ABD ve Avrupa'da bazı ülkelerde alınan bazı kararlar ve açıklamalara ise, 16 Mart Çarşamba günkü gazetenin iç sayfasındaki kapsamlı bir haberin son paragrafında yer verilmiş. Bu arada Başbakan'ın Moskova demecini de bu çerçevede görmek gerekiyor.
Bunlar yeterli mi? Yeterli olmaktan bir hayli uzak.
Hafta boyunca köşelerde de bu konudan - Şelale Kadak'ın yazısı ve Hıncal Uluç'un nükleer enerjiye karşı olduğunu açıkladığı köşesi dışında - bahsedilmemesi, okurlar açısından olumlu bir puan değil.
Toplumun bu konuda farklı düşünce cephelerine bölündüğü, hafta boyunca pek çok yerde hararetli bir 'uygundur'-'uygun olamaz' tartışmasının sürdüğü, duruşunu bu mesele üzerinden belirlemiş siyasi partilerin ve STK'ların bulunduğu, pek çok ülkede nükleer enerjinin referendum konusu olduğunun da hatırlatıldığı bir ortamda, tüm tezlerin ve karşı tezlerin hakkaniyetle kamuoyuyla paylaşılması, böylece vatandaşın zihninde verileri tartması ve özgürce kanaate varması için, hep yazıyoruz, özgür medyanın rolü hayatidir.
Gereği de bellidir.